16 Ekim 2012 Salı

BİR SİRK MASALI



Bu yazı 46 Dergisi'nin "Circus Edition" sayısında yer alan Tak'ıntı adlı köşe yazımın tıpkısıdır.

Bundan yıllar yıllar evvel; ben küçücük bir çocukken; sabah akşam top peşinde koştururken; Pinokyo bisikletimin üzerinden inmeden dere tepe düz giderken; camdan bağırıp “1 ekmek alır mısın evladım” diye rica eden teyzeleri kırmazken; bisküviler açık satılırken; bakkaldan ekmek arası şokella ya da evden salçalı ekmek almak en büyük ödülümüzken; domates kasalarından kale yapıp gazoz kapaklarıyla saatlerce futbol, çukurlar kazıp misket oynadığımız zamanlarda; daha bir sürü bir sürü şey bambaşkayken bir haber aldık…
Mahallenin bütün çocuklarının başına uzay gemisi düşmüş gibi oldu.
Sirk geliyormuş. “Sirk ne olm?”, “Ben biliyorum sirkin ne demek olduğunu abim anlatmıştı!”, “E, bize de anlatsana…”, “Biliyodum ama unuttum...”
Derken bir gün bizim çetenin elemanlarından biri kan ter içinde koşup yanımıza geldi ve bir “son dakika” haberi getirdi. Nefes nefese; “Sirkin nerede olacağını öğrendim!” dedi. “Bizim mahalle maçlarını yaptığımız yer var ya…”. Genelde aileler bizi pek oraya yollamak istemezdi. Neden derseniz, orası o günkü tabiriyle “direksiyon talimi” yapılan boş bir araziydi.
Bir kıyak yapayım size; kafanızdaki imgeler yerli yerine otursun.
Bahsettiğim arazi; bugün üzerinde Akmerkez’in olduğu arazi.
Sirkin gösteri vakti yaklaşmaktaydı. Arada gizlice gidip bakıyorduk ne oluyor diye.
Bir gün bir “son dakika” haberi daha geldi: “Koşun çadır kuruluyor!”
Gittik, baktık; aman Allah’ım; bu kadar büyük çadır da varmış demek ki dünyada…
Ne yazıyor üstünde? “Büyük Medrano Sirki”… Vay anasını…
 “Biz gidiyoz olm sirke!”, “Hadi lan!”, “Valla olm, babam söz verdi”, “Ya benim babam durumumuz müsait değil dedi bilet parasını ödemeye”, “Üzülme olm, belki kandırırsın…”
Bakmayın, hepimiz Etiler’de oturuyorduk ama o yılların Etiler’i bambaşka…
Bugünkü gibi sosyetik bir semt değil. Geneli itibariyle orta direk aileler oturuyor.
Biz çete olarak gösteri günü hemen hemen tam kadro oradaydık. Ailelerden ayrı, birlikte oturduk. Heyecandan kalbimiz çıkacak gibiydi. Işıklar söndü, anonslar yapıldı ve perde…
Önce bir palyaço çıktı. Hepimiz gülmek istiyorduk. Ama ilkokula başladığımız için kendimizi çok büyümüş gibi görüyor, tutuyorduk.
Ben bir keresinde ansiklopedi karıştırırken bir “ağlayan palyaço” resmi görmüştüm. Çok etkilenmiştim. Nedense; yüzü gözü boyalı, tuhaf kıyafetli ve bizi güldürmeye çalışan bu adamın da için için ağladığına inandım.
Sonra cambazlar çıktı… “Bir ipte iki cambaz oynamaz” diyorlardı, basbayağı oynuyormuş. Onu gördüm.
Tek tekerlekli bisikletçileri gördüm. “Ne var ki? Biz de iki tekerlekli kullanıyoruz, biraz çalışsak tek tekerlekli de kullanırız” dedim.
Trapezciler; antin kuntin geldi bana. Akrobatlara baktım; “TRT’de de var jimnastikçiler” dedim.  Ta ki hayvanlar çıkana kadar…
Gerçekten bu kadar “yetenekli” hayvanı bir arada görmemiştim. Fil, amuda kalkıyordu. Kaplan, ateşten çember içinden geçiyordu. Maymun, türlü maymunluk yapıyordu. Ormanlar kralı aslan, kamçı sesini duyunca uslu bir kediye dönüşüyordu.
İnsanlar ne istiyorsa yapıyordu o heybetli hayvanlar.
Sirk işi beni pek sarmamıştı… Eve mutsuz döndüm; ansiklopediyi açtım. O hayvanların bu emirlere nasıl itaat ettiklerini çok merak etmiştim.
“Sirk hayvanları zaman zaman dayak atmak;  zaman zaman aç bırakmak; zaman zaman iplerle, zincirlerle bağlamak; zaman zaman elektrik vermek suretiyle eğitilirler. Doğal ‘vahşiliklerinden’ temizlenmeleri bu şekilde sağlanır…”
Ağlamıştım galiba…
Derken bir sabah 12 Eylül oldu. Her taraf asker doldu. Etiler’den, yani bizim mahalleden bile bir sürü ağabeyi, ablayı aldı götürdü askerler. Biz bir şey anlamadık; top oynamaya devam ettik.
Bir gün iki teyze konuşurken duydum: “Falanca’nın oğlunu da içeri almış asker; işkence yapıyorlarmış. Dayak atıyorlarmış, aç bırakıyorlarmış; iplerle, zincirlerle bağlıyorlarmış, elektrik veriyorlarmış…”
Büyüdükçe; pek çok cambaz, trapezci, palyaço, akrobat gördüm insanlar arasında…
Ama zaten daha o gün; sirkin iyi bir şey olmadığına kesin olarak inanmıştım…
Kimin sirki olursa olsun…