27 Ağustos 2010 Cuma

Fazıl Say ve uyanış

Öyle “arabesk yavşaklığından utanıyorum” demekle olmuyor. Ettiğin lafın altını da doldurmak lazım…

Benzer bir lafı bundan 8 yıl önce de etmiş Fazıl Say. O zaman neredeyse herkes muhalifmiş ona. Şimdi bu konuyu yeniden gündeme getirdiğinde görmüş ki, muhaliflerin oranı yüzde 60’a gerilemiş.

Belli ki, Fazıl Bey kendini bir Türk aydını olarak görüyor. Kimsenin söyleyemediğini söyleyen, çağının ve halkının ilerisinde; gaflet uykusu içinde olan insanını “yavşak” tabiriyle uyandıracağını sanan bir görev adamı…

Sanıyor ki; O, bir şeyler söylüyor; insanlar bunu bir süre sonra algılıyor ve bir şeyler değişiyor…

“Alt tabaka”ya da sesleniyor: “…sizi daha fazla sömürmelerine izin vermeyin!”

Sanıyor ki; O, kitleleri uyaracak ve bu ülkenin insanları bir anda Orhan Gencebay’dan vazgeçip Debussy’nin “Arabesque”lerini dinleyecekler. Fazıl Bey de misyonunu tamamlamış olacak.

ARABESK MÜZİK YOK!

Arabesk müzik diye bir şey yok aslında. O da; Fazıl Say türü “entelektüellerin” uydurması. Yani sanattaki, mimarideki arabeskle; Fazıl Bey daha iyi bilir, Debussy’nin “Arabesque”leriyle; bir ilgisi yok bizim arabeskin.

En ucuzundan, Türk müziğinin Araplaşması ile ilişkili bir yafta. Batılı anlamda modernleşme projesinin tu kaka dediği bir simge. Öte yandan ‘80 sonrası yaralı Türk solunun da; tam olarak anlayamadığı, yoz bulduğu; uyumsuzluğun, kaderciliğin; “seni yenicem ulen İstanbul” diyen kır kökenli vatandaşın kent kültürü için oluşturduğu tehdide taktığı bir kod adı arabesk. Ne yaman çelişkiyse artık…

Fazıl Say, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli müzisyenlerden biri olarak olayın sosyolojik boyutuyla ilgili bir dertten mi bahsediyor, yoksa arabesk tabir edilen şarkıların sözlerinden ve temsil ettiği anlayıştan mı rahatsız bilemiyorum. Çünkü “arabesk müzik değildir” ve Louis Armstrong’a referans vererek: “Dünyada iki tür müzik vardır; iyi müzik ve kötü müzik” demesi dışında müzik namına ettiği tek bir laf yok.

Fazıl Say zihniyetinde entelektüellerin arabesk adını takarak aşağılamaya çalıştığı o müzikal arayış; Cumhuriyet tarihinin popüler müzik diskografisinin temelini oluşturuyor aslında. Bundan memnun olsanız da böyle, olmasanız da…

FAZIL SAY’A BİR TESELLİ

1930’larda yine o modernleşme projesinin bir uzantısı olarak radyolarda Türk müziği çalması yasaklanınca insanların Arap radyolarına dadanması bu durumun sebepleri arasında olabilir mesela.

Kendi müzikal yolunda ilerleyemeyen ve ekmeğinin peşindeki müzisyenlerin Türk müziğinden vazgeçmek zorunda kalarak içlerinden gelen müziği karma sound’lar içinde ifade etme zorunluluğu da keza bu arayışın en önemli sebeplerinden biridir belki.

1940’larda Mısır Filmlerine duyulan hayranlık sonucunda o filmlerin şarkılarının Türkçeleştirilmesinin; sonradan Fecri Ebcioğlu’nun, Sezen Cumhur Önal’ın üzerine Türkçe sözler yazdığı ve daha “batılı” görünen o aranjmanlardan kategorik olarak bir farkı var mıdır?

1960’ların sonunda Orhan Gencebay’ın “Bir Teselli Ver” dediğindeki müzikal arayış bugünün popüler müziğinin özünü oluşturur.

Müslüm Gürses, Teoman şarkıları söylediğinde ya da Kibariye, Tarkan şarkıları söylediğinde insanların aradaki farkı algılamamasının temel sebebi budur.

80’lerde doğan Türkçe rock’çılar mecburen yeni barışmaktadırlar içlerindeki “arabesk”le. Ağabeyleri; neyse ki Erkin Koray’ı çok önceden tanımıştır.

‘80 sonrası; insanları kaderciliğe sürükleyen, yozlaşan, umutsuz olan da “arabesk” değil popüler müziğin ta kendisidir.

Bunda; bugün miadını doldurmuş ama o dönemde cebini doldurmaya çalıştığı için Küçük Emrah’ları, Küçük Ceylan’ları ateşe atan Unkapanı Plakçılar Çarşısı zihniyetinin payı olduğu kadar; “arabesk”i memleketi uyuşturmak için bir araç olarak kullanan iktidarların da payı vardır. Hakkı Bulut’u ve TRT’yi konuya dâhil ederek acısız devlet arabeskini icat eden ve kısa sürede hem kendini hem de onları madara eden stratejiyi henüz unutmadık.

Takdir edersiniz ki bunlar; Işın Karaca’nın, Şevval Sam’ın arabesk albümler yapmalarının ürettiği gerçekten çok farklı bir gerçeğe işaret eder. Onu da doğru okumak gerekir bir “aydın” olarak Sayın Fazıl Say…

Tıpkı işin müzik tarafını doğru okumak gerektiği gibi…

“ARABESK” MÜZİKTİR

Sizin arabesk dediğiniz müzikal mesele; en basit tanımıyla Klasik Türk Müziği ve Türk Halk Müziği formlarının hem klasik batı hem de başta Mısır olmak üzere Arap kökenli müzikal formlarla birleştiği arayışın adıdır. Ve evet; böyle bir müzik vardır.

O zaman Fazıl Say’a bir dipnot düşelim: Neye, ne zaman, ne sebeple “yavşak” dediğinizi bileceksiniz.

Çünkü müziğe tepeden inme müdahale edemezsiniz. Bir yerden kafasına vurursunuz, başka bir yerden çıkar, size sağlam bir tokat atar.

Öte yandan Türk müziğinin -hem de politik duruşunuz sebebiyle- 1923’te başladığını düşünecek kadar derin bir gaflet uykusundaysanız, o zaman sizi Louis Armstrong da kurtaramaz.

Çünkü şansı olsa, yerinden kalkıp şöyle bir şey derdi muhtemelen: “Bak arkadaşım; iyi piyanistsin, bestekârsın, üstatsın; ama sakın sizin arabesk deyip aşağıladığınız şey bizim blues gibi bir şey olmasın?”