9 Haziran 2010 Çarşamba

BEKLENTİ MÜZİĞİ ÖLDÜRÜR

Geçtigimiz pazar günü Milliyet Cadde'de yayınlanan Sertab Erener röportajım. Sektör ve internet üzerine sıkı değerlendirmeler var, belki gözünüzden kaçmıştır...

Türkiye’nin birçok önemli kadın vokalinin nostalji albümleri yaptığı şu dönemde kendi bestelerini de söylediğin yepyeni bir albüm yaptın... Müzik piyasası bu durumdayken, senin cesaretin nerden geliyor?

Müzik zorda. Bir darboğazdan geçiyoruz, ciddi değişimler yaşanıyor ve bu maalesef bize denk geldi. Müzik tarihçileri buna bir isim koyacaklar bir süre sonra. Ama bu; global MTV anlayışının sonudur! Büyük şirketler küçüldü, işler daha bireysel bir noktaya geldi. Herkes “ben evimde kendi başıma müzik üretebilirim” gibi yanlış bir kanıya kapıldı ki bence müziği öldüren de bu. Müzik, insanların gözündeki değerini yitirdi. Bu nereye gidecek onu bilmiyorum. Durum her ne olursa olsun işini iyi yapanların ayakta kalacağını düşünüyorum, cesaretim bundan.

Sence İzel’in, Işın Karaca’nın, Göksel’in yaptığı gibi sektörün beklentileri doğrultusunda nostalji albümleri yapmak müzisyen olarak onlara uzun vadede fayda sağlayacak mı?

Sağlamayacak belki… Ama Ajda’ya bakıyorsun; onun da arabesk şarkılar söylediği bir dönem var. Sektörün beklentisi farklı olabiliyor. Bu insanları “yorumcu” gibi de değerlendirmek lazım. O insanlar sadece şarkı söylemek isteyebilir, arada nefes almak isteyebilir. Kendi ürettiğin şeyden de bir süre sonra sıkılabilirsin.

Sen öyle yapmadın. Kabul etmiyorsun ama bence kendi albümlerinin prodüktörü olmak istemenin nedeni de bu…

Doğru söylüyorsun, kendi şarkılarımı söylemek istedim. Bunları ben de sorguluyorum. Amatör başlıyorsun bu işe, sonra hayatını adıyorsun müziğe ve şanslıysan sonunda gelir kaynağın da o oluyor. Müzik gelir kaynağın olunca müzikten bir beklenti içine girmiş oluyorsun ister istemez. İşin içine beklenti girince müziği sevmeden yapmak durumunda mı kalıyoruz acaba? Olabildiğince özgürleşip eski amatör hissimle, hiçbir beklenti içine girmeden üretebilmek istiyorum. Ama hayatını da devam ettirmek lazım… İşte o matematiği kurmak istiyorum.

Son albümün “Rengarenk” bu amaca hizmet edecek mi?

Büyük bir şans benim için “Rengarenk”… Bundan önce bir tek “Sertab Gibi” albümümde bunu hissetmiştim. Şans, çünkü albüm yapmak son derece sinir bozucu bir süreç. O kısa zaman diliminde bir iş çıkartmak zorundasın. Kimya tutacak ve ortaya iyi bir iş çıkacak. Bu her zaman olmayabilir. Bu albümde işler tıkırında gittiği için şanslı hissediyorum kendimi.

Internetin dayatmasıyla birlikte aslolan artık şarkı değil mi? Neden albüm yapmakta direniyorsun?

Ortada duran bir yapı var, o direniyor. Aslında müziği üretenler de müziği satın alanlar da bu değişime hazır. Şarkıya odaklanmak gerekiyor. Bir albümü en az 10 şarkı ile yapmak gerekiyor gibi klişeler değişiyor, değişmek zorunda. Niye 10 şarkı yahu? Eskiden bir oyun vardı ve bunu oynuyorduk. Ama bu oyun bozuldu. Sistem de direnemeyecek sanıyorum daha fazla.

Albüme adını veren “Rengarenk”in; “Poşet”, “Sopa”, “Sevdanın Vuruşu” gibi yaz şarkıları arasında şansı nedir, bir şansı olması gerekir mi?

“Rengarenk” yaz şarkısı olur mu bilmiyorum. Çıkışım farklı bir şarkı biliyorsun; “Koparılan Çiçekler”. Demir’le “Slumdog Millionnaire”e gitmiştik, o filmin müziklerinden “Ringa Ringa” çok hoşumuzu gitti. Kafamda bir yere attım bunu. Sonra albümü yaparken birden aklıma geldi. Bundan bir pop şarkısı çıkar mı dedim. Üzerinde epey çalıştık Mustafa Ceceli’yle. Sonra nakarattaki “Ringa Ringa” yerine hangi sözü yazmalıyım diye kara kara düşünürken aklıma Nil’i (Karaibrahimgil) aramak geldi. Nil her zamanki yaratıcılığıyla “Rengarenk”in sözlerini yazdı. Benim yaptığım işler açısından “Kumsalda”, “Zor Kadın” kulvarında. Ama ben bunu insanlar Reina’da, beach’lerde eller havaya dans etsin diye yapmadım.

Demir Demirkan’la müzikal birlikteliğiniz iki prodüktör ortak olarak istediğiniz noktaya geldi mi?

Biz bambaşka müzikal geçmişlerden geliyoruz. O rock’ n roll yaparken ben Maria Callas dinliyordum. Müzikal yolculuğumuz; farklı gelişmiş olmasına rağmen; “Sertab Gibi” de aşkla, özgürce yaşadığımız şey, bu iki geçmişin aynı potada erimesiydi. Ve o zaman fark ettik ki ikimizden enteresan bir kimya çıkıyor. Kimya falan derken şirketimizin adını da Simya koyduk. Şirket bunun ilk aşamasıydı. Şimdi yurtdışında “Painted On Water” projesiyle ikinci aşamaya taşımaya çalışıyoruz bu kimyayı.

Nedir Painted On Water?

Çok emek ve para harcadık bu işe. Elinde sihirli bir değneğin yok ki; bir anda dünya müzisyeni olamıyorsun. Kendi kimliklerimizi yok etmeden grup mantığıyla yurtdışında konser yapabilmek için uğraşıyoruz.

Eurovision’da kazandığınız başarı birçok insanın zihnindeki önyargıyı yıktı. Birinci olduktan sonra dünya kariyerini doğru yönetebildiğini düşünüyor musun? Belki maNga da feyz alır…

Bana bu soruyu iki yıl önce sorsaydın çok farklı bir cevap verirdim. Ama şimdiki aklımla cevabım farklı olacak. Eurovision çok büyük bir ritüel. 150 milyon insanın izlediği popülerliğini yitirmeyen önemli bir platform. Ayrıca çok da eğlenceli bir hadise; bu keyfi çıkararak yarışmak lazım, bu bir dünya oyunu. Ben öyle bakmayı becerememiştim. Buna bir Sertab başarısı olarak baktım, kişisel gördüm. Şunu da diyemedim: “arkadaşlar benden MTV karakteri olmaz bu saatten sonra”. Benden; kendi dilinde dünya müziği kategorisinde şarkılar söyleyecek bir kadın yaratmak mümkün olsaydı o zaman; her şey bambaşka olabilirdi. Aradan yedi yıl geçti şimdi kendimden emin biçimde bunu hayal ediyorum…

Internette sosyal medya ortamlarında da varsın. Oradaki duruşundan memnun musun?

Sosyal medya çok zorlu bir mesele. Orada olduğun zaman son derece şeffaf da olmalısın. Ama insanlar bir garip. İçinden geleni söyleyemiyorsun, herkes başka yöne çekiyor. Ben mesela farkında olmadan Twitter kraliçesi olmuşum. 52 bin civarı takipçim varmış ve çok önemli bir şeymiş. Ben bunun için bir şey yapmadım. Neredeyse bütün sosyal medya alanlarında varım ama nasıl yöneteceğimi bilmiyorum. Fan’ları örgütlemek çok önemli, tüm dünyada bu böyle. Şu an Twitter ile müziği nasıl buluştururum diye kafa patlatıyorum ve albümün ilk konserinde bu anlamda bir sürprizim olacak.

Söz konserden açılmışken, konser takvimi nedir?

Tahmin edebileceğin gibi temmuz boyunca sahil şeridindeyiz. Görüşmeler sürüyor. Öte yandan iyi bir konser prodüksiyonu çok pahalı bir şey. Bu sponsor kapısı çalma meselesi beni o kadar yoruyor ki… Herkes sponsor arıyor, çünkü iyi bir konser yapabilmek için sponsor şart. Belediyeler, sağ olsunlar insanları halk konserlerine alıştırdılar. İnsanlar, konseri çekirdek çiterek bedava izlenecek bir şey sanmaya başladılar. Ama dünya standartlarında konserler yapabilmek için finansmana ihtiyaç var.

Yarın piyasaya çıkacak “Rengarenk”i, dinleyici Sertab da beğendi mi?

Albümün içinde tek bir dil yok, değişik ruh halleri var. Bu albümün farkı da bu olacaktır. Adı o yüzden “Rengarenk”. Birazcık “Sertab Gibi” tadında birazcık “Kumsalda” tadında, biraz Sezen tadında… Her albümde bir şeyi “tekrar edeyim” istiyorum o anlamda “İkimiz Bir Fidanın” var. Elimin kolumun uzandığı ne kadar yer varsa onların toplamı gibi “Rengarenk”…