9 Kasım 2007 Cuma

Önümüze gelene bir tekme

ELELE/2005

Siz o gece, İstanbul’un tüm sokaklarını zamansızlığınıza sığdırmaya uğraşıyordunuz. Hikayesini bilmek dahi istemediğiniz onca insanın haneler dolusu ışığı, siz görmek istemeseniz de caddenin tepesinden tedirginliğinizi aydınlatıyordu. Bu şehirdeki kavgaları, aşkları, parasızlıkları, sahtekarlıkları, acıları; sanki hepsini siz taşıyordunuz o gece. Öyle ağırdınız yani...

İstanbul’u evlat edindiğinizden beri, tüm acısını sırtlıyordunuz. Tedavi olmuş asfaltların üzerinde birer piç gibi tekrar tekrar peydahlanan çukurlara az mı küfür sallamıştınız? Sonra az mı özür dilemiştiniz ondan; sevgiliniz, itin hergelenin önde gideni şehriniz İstanbul’dan? İçmiştiniz, kendinizde değildiniz. Biliyorum siz de bir vakitler çok sevmiştiniz.

İstanbul’da gizli bir tefsirken aşk ve transfer mevsiminde değerlenen aşk çocukları en çamurlu sokaklarında gazoz kapaklarıyla maç yaparken bu şehrin, siz bildiğiniz tüm duaları, abdestsiz sıralıyordunuz ardı arkasına.

Üşüyen sesinize örtülmüş bir dilsiz bekliyordu başucunuzu. Önünüze çıkan her duvara yankılar teğelliyordunuz. İlmek ilmek birşeydi bu şehrin sokakları ve ne tuhaf, tüm kirli çamaşırlarınızı gizliyordu.

Trenler geçtikçe Soğuksu’dan, ruhu kararıyordu çocukların. Herkese bir ray düşmezken bildiğiniz oyunlarda; ne zaman ses isteseniz bu sinemanın makinistinden, ani bir makas yiyordunuz. Çünkü bu şehir, şiddetli ihanetlere dayanıklıydı. Richter’den korkar ama, her an ihanetle sarsılırdı.

Biliyorum, İstanbul acısıyla kavrulurken soğuk gecelerin, siz hiç üşümezdiniz. Belki sırf bu yüzden, sabah soğuğu göbeğinizi öper geçerdi. Gözünüzün önünde aşkınıza yanıtsız, kız gibi uzanan İstanbul gaddar bir kış deniziydi aslında. Siz sızarak yastığa değdiğiniz anı sabaha bırakır, ayık öğlen yemekleri yerdiniz tam saatinde. İstanbul’a aşkınız, güne hazırlıktı. Gerisini hiç hatırlamazdınız.

Ve İstanbul için için ağlarken siz uyuyorsanız, elbet bir bildiğiniz vardı. Öyle oluyordu işte, bir an hallolmuş sanıyordunuz her şey. Çünkü yollar bomboştu. Çünkü herkes, "önümüze gelene bir tekme" oynuyordu siz uyurken, siz hep ve ta sonuna kadar haklıydınız. Bilmediğiniz yolların, en kestirme olduğu düzlemdi caddeleriniz. Bir geometri, almış başını gider haldeyken giyotine doğru, aşklarınız adrese teslimdi.

Siz televizyonda derbi tıraşlar izlerken, beraberlik hoşuna gitmiyordu dört büyüklerin ve sizden büyük Allah var diyesi geliyordu o sevdalı kadının yüzünüze karşı. Bu şehrin çevirdiği filmlerde aksiyon el altından veriliyordu, şaşkındınız. Siz, zihninde hiç tiner görmemiş çocuklarınızı hor görüyordunuz. Çünkü rüyanızda tecavüze uğruyordu anneleriniz. Bu şehrin yedi tepesine yedi anne gizlemişti yalnızlığınız ve siz kimseleri sevemiyordunuz. İstanbul her şeyi biliyordu...

Ne zaman canınız Tekirdağ rakısı çekse, sahiliyle gelirdi balıklar sofranıza. Boğazınızdan aşağı kırıtarak akan bu sarhoşluk, bu yalnızlık orospu şehrinizin cilvesiydi. Siz her ezanda bir hatanızı defnettiniz. Ne yazık o toprakta yeni aşklar bitmedi, pek kuraktınız. Belki de bu yüzden siz İstanbul için hiç ağlamadınız. İstanbul, körüklediğiniz yangında sizin için ve için için yanarken dediğim gibi, siz ateşe öldürdüğünüz kadınları attınız.

O gece, İstanbul’a bir terelelli, bir tereddüt hakimdi. Bu bir masal mı diye soran da yoktu üstelik. İstanbul aşkın başkenti gibi kırık dururken coğrafyanızda güvende değildiniz, yüreğiniz muhalefet şerhiydi. Çünkü ne kendinizi, ne de bu şehri sevebiliyordunuz. Siz ölüyordunuz....