9 Kasım 2007 Cuma

Birimiz bilseydi...

MAX/2005

Nerede çiziyorlarsa haritaları orda yürüyorduk. İnsan, asar mı kirli çamaşırını konu komşuya dedik; küfredip az mı yedik birbirimizi. Az mı çamaşır kirletip astık bu şehre iftar saatlerinde birer mahya gibi...

En beklemediğim şey olabilirdin. Çünkü insan korkar kazara ölmekten. Hak edene ölüm bile bir başka uyuşur çünkü. Ondandır, ondan olsa gerek der geçerdim eskiden; galiba şimdi çok korkuyorum.

O yaz, o yıllar... Dalgalar bir başka mı tokatlıyordu ki yüzümü, diğer yanağımı çevirmekten sıkılmıyordum. Sanki daha bir gözleriyle gülüyordu kızlar, apış aralarına sanki akil bir beklenti musallat olmuştu. Benimse en sevdalı aptallığım kol geziyordu sahilde. O senin sağlığın diyordum içimden; her mide ağrısı bir teşekkür gibi asılı duruyordu ilaç saatlerinde. Deniz, en durgun haliyle bile hiç anlamadığımız bir şeydi...

Kullanmaktan bıkmadığım saat, sevimsiz bir teşhircilikle geç kalmışlığıma küfür tükürür, ben sayardım dakikaları. Önüme geleni her sevişimde, sevdiğimle kalmam, inan mühim değildi.

Nerede çiziyorlarsa haritaları orda yürüyorduk çünkü. Senin o dönem ayağına yosun da bulaşmıştı ama bir bok kokusu hakim olunca sahile, gül düşünüyorduk, yetiyordu. Biliyorum herkesin penceresine bir bakış hapsoluyordu. Senden körlük bekleyemiyordum. Yine de tüm sıkıntım gözlerinden ibaretti.

En ayık olduğum anlarda uyur, benden erken uyanırdın. Anlatacak şeylerin vardı, ne güzel gözlerin... Cebinde hiç kitap harfi taşımaz, kocaman konuşurdun. Birisi seviyorsa bu kadar olurdu. Uyurgezer halinle, en uyanık haline işkilleniyordun aşkın.

İstanbul’a deliller ekildiğinde bile korkmadım cinayetten, biliyorsun. Gene ölümlü gibiydi tüm sevdiklerimiz. İnsan, asar mı kirli çamaşırını konu komşuya dedik; küfredip az mı yedik birbirimizi. Az mı çamaşır kirlettik, astık şehre iftar saatlerinde birer mahya gibi...

Filler, en gizli bildikleri köşelere kaçar adım yürüyorlardı. Biz o dişlerin peşinde, saraylar dikerek ücralarımıza kimbilir kaç belgesel izledik uyku saatlerinde...

Sen kulaç attıkça zafer oluyordun yahu, yüzdükçe oltamıza kahır oluyordun.

Şekil bildiği gibi, geometrik jimnastiğini üflüyordu üzerimize. Bir duaysa eğer, ancak bu kadar sevap öğütleyebilirdi bize, ikimize...

En sevmediğim şey olabilirdin. Çünkü insan korkar sevdiğiyle ölmekten. Beyaz, en şık takıntısıyken aşkın nasıl oluyorsa sen bulanık ve serin bir suydun. Bilebilseydim yahu, niçin bende duruldun.

Rahatımıza batardı, kesinleşmemiş bir başarıydı, cümle gibiydi kuramazdık, söyleyemezdik ya aşkımızı, oradan tanışırız seninle. Aşkımız, karga bokuna uyanırken sabah sabah, sesimiz çatal çatalken, korkuyla kesiyorken sofra adabını ellerimiz, en aç olduğumuz yerden işte tam da oradan tanışırdık.

Galiba herkes savaş içindeyken, korkmak şimdiden senden; şimdi korkulu bir rozet gibi yani, eklenmişti rütbemize.

Sana daha neler diyeceğim, nerede kaldıysak oradan gideceğim, gittiğim yerden geleceğim inan. Ya da inanmayıver tüm sevdama, yalanımız söylendiği gibi kalsın, ben anlatırım yine. Başına sürüyor iğneyi terzi, söküğünü dikiyor keloğlan, nasıl söylesem bilmem ki...

En ölümlü yanım olabilirdin. Çünkü aşk; en yaşamak, en dayanak, en sağanak şeydi içimizde, Üstümüze örterdik. Bir göz deler geçer; bana mısın demezdi. Bir söz en ihanetli yerine denk gelince hayatın; yalandan saymaz; kanmaz, beklediğimiz hiçbir yerde durmazdı. Aşk yahu, kıllanmanın önde gideniydi. Keloğlan başına sürer. Terzi kalanını diker, ölen kaldığıyla kalırdı.

Yahu ne biçim,

Kimbilir nasıl severdin,

Hiç tanımasaydın beni.

Birimiz yahu,

Bari birimiz bilseydi...