2 Haziran 2012 Cumartesi

Kucuk, kirmizi araba...

46 Dergisi'nin ACI/PAIN edisyonu/sayisinda yayinlanan yazim; kucuk kirmizi araba....


“Acılar, insanı büyütür” dedi. “… Öldürmeyen acı, güçlendirir!”
Şartı mı acı çekerek büyümek? Güle oynaya büyüsek, hayat bayram olsa? Ben nasıl katlanacağım şimdi? Dünyanın sonu geldi nasıl olsa; büyüsem ne olur büyümesem ne; bundan sonra…
“Şimdi öyle diyorsun ama ilerde göreceksin ki acının tek ilacı zamandır…” dedi.
Nasıl yani, zaman geçecek ve ben unutacak mıyım; alışacak mıyım? Ne unutmak istiyorum ne da alışmak… Acı çekmek istemiyorum ben.
“Hayır, acıya alışılmaz. Sadece acınla birlikte yaşamayı öğrenirsin. Birlikte yaşamayı öğrenirsen acınla, çektiğin acıdan da çok şey öğrenirsin…”
İlla acı çekeceğiz yani. Acı çekmeden öğrenmek mümkün değil öyle mi? O zaman biz bu dünyaya acı çekmeye geldik.
“Acı çekmeyen mutluluğun değerini nasıl bilsin? Hep mutlu biri, gerçekten mutlu olamaz ki…”
İlkokuldaydım henüz. Sevdiğim kız, araya sömestre tatili girince benden vazgeçmiş, “Ayrılalım” demişti. Nereye ayrılacaksak, zaten arka sıramda oturuyor. Oturdukları mahallede bir Erkan varmış onu seviyormuş artık. İyi, git Erkan’ı sev sen. Ben babama sordum, neden böyle acı çekiyorum diye. Hepsini bir bir anlattı. Aslan babam.
Leyla… Acıyla tanışma. Zaman… Yeni bir aşka yelken açma. Sonra yeniden acı… Her seferinde daha da güçlenerek hayatımıza buyur ettiğimiz acılarımız… Acılar sürüp giderken araya aldığımız mutluluk kuşakları… Sanki mutlak bir mutluluk mümkünmüş gibi ömrümüze serpiştirilen küçük mutluluk reklamları… Biraz daha sabret; böyle acılar çekeceksin ama sonunda mutlu olacaksın diyor, kandırıyor mu bizi hayat…
“Öyle büyük bir mutluluk bekleme hayattan. Senin keyfin o sıra yerinde olsa da etrafın bunca acı ve çaresizlikle doluyken ne kadar mutlu olabilirsin bu dünyada?”
Peki, ölünce baba? O zaman cennete gideceğiz, hep mutlu olacağız değil mi?
“Bu dünya senin sahnen; bütün oyun burada!”
Leyla ilk aşkımdı. Doğru dürüst tattığım ilk acıydı. Babamın verdiği o ilk tavsiyeyi getirdim ondan sonra hep aklıma. Ne zaman içim acısa; terk edilsem, özlesem, kaybetsem… “Zaman lazım; boşa çırpınma! Acını içine göm ve bekle; zaman seni iyileştirecek…”
Bu tıpkı duvara çivi çakarken çekiçi parmağına vurmak gibi bir şey…
Çekiçi vuruyorsun parmağına; ilk birkaç saniye beynin algılamıyor… Birkaç saniye sonra müthiş bir acı hissetmeye başlıyorsun.
Can havliyle; delirmiş gibi sallıyorsun parmağını. Sallıyorsun, sallıyorsun, sallıyorsun…  Sonra bir an geliyor o acı azalıyor. Rahatlamaya başlıyorsun.
Sanıyorsun ki parmağını deliler gibi salladığın için geçti acın. Oysa sen parmağını sallarken zaman geçiyor. Önce kabul ediyorsun acıyı, sonra onunla birlikte yaşamaya alışıyorsun. Bir de bakıyorsun uçup gitmiş içinden. İz bırakıyor belki ama o da bir daha aynı hatayı yapmamak için kulağa küpe…
“Acıdan kaçmanın imkânı yok. Ama aynı acıyı tekrar tekrar çekmemek için yapılacak çok şey var bu dünyada… Çaresi olmayan tek acı, sevdiğin birini kaybetmenin acısı; ölüm!”
Bundan yıllar yıllar önce; babam Irak’a gitmişti. İran-Irak savaşı var o zamanlar…
Babam da genç bir savaş muhabiri. Savaşın kötü bir şey olduğunu biliyordum. Babamın çok büyük bir tehlike altında görev yapacağını da… Daha çocuktum ve çok korkuyordum.
İşte o an, arka sıramda oturan Leyla’nın beni terk etmesinden daha büyük acılar olabileceğini hissettim bu dünyada.
Babam her gün rüyama girdi. “Korkma” dedi, “…Döneceğim!”
Bir gün döndü. Sarıldım boynuna. Cebinden gazete kağıdına sarılı bir şey çıkardı. Açtım baktım. Küçük, kırmızı bir oyuncak araba… Yarısı yanmış, erimiş, donmuş; simsiyah, kanlı bir sümük gibi tutunmuş arabaya o ateş. Arka koltuğu yoktu. Arka camları yoktu. Bagajı yoktu. Onun yerine kara sümük, kanlı donuk ateş…
“Bir eve girdim Irak’ta; az önce bombalanmıştı. Bu yarısı yanmış oyuncak arabanın gerçek sahibinin adı Fuad; senin yaşlarında; ölüvermiş. Geriye bu araba kalmış. Sakın üzülme, sana getirdim. Hayatın boyunca ne zaman başın sıkışsa bu kırmızı arabayı hatırla. Ne zaman acı çeksen, hiç yaşlanamayacak Iraklı kardeşin Fuad’ı düşün!”
Öyle yaptım. Babam bundan yıllar önce gitmeye karar verdiğinde de; küçük kırmızı arabam elimde kardeşim Fuad’a, babamla selam yolladım.