8 Temmuz 2009 Çarşamba

BU NE IZDIRAP


Şiir yazmak bir mesele; dünyayla bir tür başetme, belki edememe halidir. Hasan Bayrı; bu şiiri, parası olmadığı için kaybettiği bir büyük aşkı için yazmış. Kimse bilemezdi tabii, Halk Evleri döneminde Bartın'da askerlik yapan Abdullah Yüce'nin bir şekilde böyle bir beste yapacağını, sonra bu kadar güzel okuyacağını; 60 yıl sonra; her ne kadar için için üzülsem de; şimdiki meyhane ortamlarında bile bir manada içtenlikle okunacağını...
Şimdikiler belki, tribünde tezahurat yapıyormuş gibi böğürüyorlar ama o bu şarkıdan, bu şiirden birşeycik eksiltmiyor. Şarkının ya da o şarkıya ruh olmuş şiirin kötü okunması da mesele değil. Hasan Bayrı'yı, Abdullah Yüce'yi, o şarkıyı yazdıran aşkı, o aşkı anlayan bestekarı anlayacak bir şekilde büyümüyoruz; müsade yok. Yoksa içmenin de, meyhanenin de, şarkı söylemeyi beceremesen bile şarkı söylemek istemenin de; ne sakıncası olabilir...
Şimdi kulağınızda çalsın lütfen; "Bu ne sevgi ah, be ne ızdırap"... Kim böyle yazabiliyor; kim o yazılana öyle notalar ekleyebiliyor şimdi?
Sebebi yeteneksizlik değil. Sebebi şu: duygularımızı ve samimiyetimizi aldılar elimizden. Emin olun, öyle olmasaydı bugün meyhanelerde sarhoş bile olsalar söyleyen; en azından Reina'ya gitmeyip fasıla eğilimlenenler daha güzel söylerdi bu şarkıları.
Abdullah Yüce'den sonra, bu şarkıyı en güzel okuyan Zeki Müren'e de rahmetle...

Bu ne sevgi ah bu ne ızdırap
zavallı kalbim ne kadar harap
Nasibim olsun bir yudum şarap
Sun da içeyim yârin elinden
Al şu kadehi yasla doldurma
Düşürme yeter gönlümü gama
Gurubun rengi vurmadan cama
Ver mezesini tatlı lebinden
Bahtım sarılmış simsiyah tüle
Nemli gözlerle yalvardım güle
Uzak kalırsan bana acele
Selamlar gonder seher yeliyle

Hasan Bayrı/Abdullah Yüce