2 Şubat 2011 Çarşamba

Defne bizi unutma...

2002 Yılı'ydı yanlış hatırlamıyorsam. Çok sevdiğim arkadaşım gazeteci Simten Danışman aradı: "Tolga ATV yeni bir yarışma programına başlıyor; adı Altıncı His olacakmış. Life style danışmanlık yapmak için ikimizi istiyorlar kamera önünde" dedi. Gittik görüştük. Her hafta bir ünlü oluyor; o ünlünün astrolojik haritasından ve alışveriş sepetinden kim olduğunu tahmin ediyoruz. Ünlü kişi kapalı bir odadan bizi izliyor. Ekran başındakiler kim olduğunu görüyor ama biz bilmiyoruz. Gerçekten bize verilen tüyolarla tahmin etmeye çalışıyor; iki takım yarışıyorduk.
Bizim takımda sabit 3 kişiydik. Ben, Defne Joy Foster ve astrologumuz Kemal Bey. Karşı takımda da Simten, Kadir Çöpdemir ve astrolog Ayda Hanım.
Defne de, Kadir de o dönemde henüz yeterince ses getiren işler yapmamışlardı. İkisi için de dönüm noktası oldu o program. Altıncı His'ten sonra diziler, programlar aldı yürüdü. Ben her ikisine de uğur getirdiğini düşünmüşümdür. Altıncı His, 13 bölüm devam etti. Güzel bir formattı, ama saati yanlıştı. Sanıyorum 13 bölüm sonunda reytinglerden hoşnut değildi ki kanal devam etmediler.
Ama ben o program vesilesiyle sıkı bir dost sahibi oldum; Defne Joy...
Program yayınlandığı sürece, haftada 2-3 gün beraberdik. İkimiz de çabuk kaynaşan, eğlenmeyi seven tipler olduğumuz için hemen dost olduk. Çok muhabbetler ettik, sırlar paylaştık. Program dışında da görüşmeye başladık. Yemekler yedik, gezmelere çıktık...
Yıllar içinde onun işleri benim işlerim derken az görüşür olduk. Derken evlendi Defne, tebrik ettim. Sonra doğurdu iki kat sevindim. Çünkü onun içindeki enerjiyi ancak içinden çıkan bir çocuk dindirebilirdi. Kadınlar varoluş sorunlarını doğurunca çözüyorlar. Biz erkekler gibi yancı değiller; içlerinde büyütüp hayata getirdikleri bir canlıyı kucaklarına alınca; Tanrı'nın onlara yaşamsal bir görev delege ettiğini, bu onura kadınları layık gördüğünü anlıyorlar. Bizim baba olduğumuzu anlamamız, neden bu dünyaya geldiğimizi anlamamız için çok daha farklı bir mesai yapmamız gerekiyor erkek olarak.
Ancak bu dünyadaki eşini gerçekten çok sevenler iyi baba olabiliyor bu yüzden. Kadını kendi soyunu yürütmek için bir araç olarak kullanan "koca"lar değil; aşık olduğu kadının ikisi için içinde taşıdığı çocuğu kucağına alan adamlar "gerçekten" baba olabiliyor. Defne'nin kocası da öyle bir adam işte. Kendisiyle tanışmadım ama uzaktan hep izledim. Defne'yi bu kadar sevmese; o deli kadınla bu dengeyi kuramaz; çoktan bir kulp takmış olurdu. Defne mutluydu. Kendi içindeki hesaplaşmaları devam ediyordu mutlaka; birey olarak, kadın olarak varolmakla ilgili hesaplaşmalarını yapıyordu. Ama hangimiz yapmıyoruz ki? Bence o hesaplaşmalardan kaçanlara sormak lazım; "arkadaşım sen ne ara oldun; bu hava, caka nedir?" diye...
Defne'nin bazı hareketlerinin bir sürü insana abartılı geldiğini, kimilerinin Defne'yi antipatik bulduğunu da biliyorum.
Ama sözüme güvenenler olacaktır diye tahmin ederek şunu söyleyebilirim; gördüğüm en açık kalpli, en temiz kalpli, en yardımsever insanlardan biriydi. İlk gençliğinde yaşadığı onca sıkıntısını anlattı bana. Babasıyla meselesini falan. Ancak onun kadar akıllı bir kadın bu tip duygusal travmaların üstesinden gelebilirdi...
Defne, ayakta kalmayı becerdi. Adamını da buldu, yavrusunu da kucağına aldı... Hatta şimdi her şey daha da güzel olacaktı onun için. Dans Yarışması falan başka teklifler alacaktı... Sadece "anne" olarak kalamazdı Defne. Öyle kalırsa çocuğuna doğru dürüst annelik de yapamazdı. Çalışacaktı, üretecekti, içindeki sorulara cevap bulacaktı... Ama olmadı.
Beynimden; yok yok kalbimden vurulmuşa döndüm ben; çok üzgünüm anlatmak mümkün değil; buluşacaktık eski günleri yad edecektik... Hep yoğunduk... Yazık...
İzmir'in en renkli kızı, defnesi, iyi kalpli Defne, deli Defne... Bizi unutma. Hani dizide olduğu gibi; cennetin kapısında bekle hep...

Eğer bu programın bir bölümünü izlemek isterseniz: