11 Kasım 2011 Cuma

HAKAN, BEN VE BİZİM ÇOCUKLAR...

Bir gün Hakan için böyle bir yazı yazmaktan hep korktum. Hakan'ın hızlı yaşantısının, taviz vermez "serseriliğinin" yaşı ilerledikçe başına bela olduğunu, bünyesinin kaldırmadığını gördükçe kaygılarım arttı.
Hakan'la iki iyi arkadaşın en derinlerde paylaştığı samimiyeti, yakınlığı paylaştık... Şimdi bugün Hakan'la hikayemize bakınca 20 yılı doldurmuşuz neredeyse. Bu kadarmış... Bundan sonrası benim zihnimde ve onun ruhunda birikecek...

20 yılın son 6-7 yılı uzak düştük birbirimizden... Ben ondan uzak kalmak istemezdim. Ama bir gün, neden öyle olduğunu bilmiyorum, çok canımı acıttı benim.Söylemek istemediğine emin olduğum sözler söyledi. Bir başkası söylese affederdim. Hakan'ı affedemedim. Birlikte geçirdiğimiz o deli dolu yıllar; eğlenerek yaptığımız onca derginin heyecanlı tarihi boyunca bana tek bir kötü söz söylememiş, çok sevdiğim ağabeyim Hakan'ın bu hoyratlığını kaldıramadım. Ben de zor zamanlar geçiriyordum... Kırıldım. Tarifi mümkün olmayan bir biçimde gücendim Hakan'a...

Ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Zaten birçok eski dostu teker teker uzaklaşmıştı Hakan'dan. Her şeye rağmen onun yanında kalan Tolga; son kalesi Tolga'yı da kırdığı için kendine mi kızdı; ben kırıldığım için bana mı bozuldu bilmiyorum. Ama kendine kızmış olması daha kuvvetli bir ihtimal. Öyle olmasa araya ortak arkadaşlarımızı sokmaz, yeniden bir araya gelmek için çaba göstermezdi. Peki neden düzelmedi aramız?

Dediğim gibi mesele aramızdaki sevgi bağının derinliği ile ilgili... Sonra kendisi de çok üzüldü ama ben o kırgınlığı bir türlü atamadım üstümden. Bir gün bir yerde karşılaşıp kaldığımız yerden devam edeceğimize emindim. Karşılaşmadık. Sonra etrafı iyice tenhalaştı Hakan'ın... Birkaç kişi belki... Onlardan da haber gelmedi hiç... Bir ses, bir nefes duyuyordum; biliyordum orada bir yerlerde yaşıyor Hakan. Bir gün bir yerde karşılaşacağız, hiçbir şey söylemeden kucaklayacağız birbirimizi; kaldığımız yerden devam edeceğiz hayata... Olmadı.

Onca ortak arkadaşa rağmen ne Hakan'ın hastalandığını, kanserle mücadele etmeye çalıştığını; ne de yenik düştüğünü duydum. Ne acı... Cenazesi kalktıktan sonra haber geldi. Bak bir varmış, bir yokmuş...
Pişman mıyım? Evet. İçimdeki o kırgınlığı yenemediğim için, her şeyi unutup yanına gitmediğim için, ona son bir kez "seni seviyorum Öneş; ben çoktan unuttum olanları" diyemediğim için; sarılıp veda edemediğim için, hastalığından haberdar olmadığım için, benim ondan vazgeçtiğimi düşünerek bu dünyadan gittiği için çok pişmanım. Bu yazdıklarımı okuması mümkün olursa; eğer gittiği yerde buna izin veriyorlarsa okumasını rica ediyorum. Öneş... Seni çok seviyorum, hep sevdim...

Seni çok seven birçok eski dostunun hiç haberi olmadı... Son yıllarında çok uzak düştün bizden... Kırgınlığın bize değildi; kendineydi, başına gelen ve seçme şansın olmayan kimi insanlaraydı; biliyorum. Belki bizi çok sevdiğin için o kızgın, kırgın, küskün halini saklamak istedin... Ama ben, en çok ben eksik kaldım bu dünyada sen gidince... Eskisi kadar yakın olmasak da, dertleşemesek de, karşılıklı rakılar içmesek de; yazılar, şiirler yazıp birbirimize okuyamasak da, yeni dergi projeleri yapıp heyecanlanamasak da, Galatasaray maçlarına gidemesek de; şarkılardan, filmlerden konuşamasak da; biliyordum sen oralarda bir yerlerde yaşıyordun. Soluk alıp veriyordun. Ve kaldığımız yerden devam etmek bir gün; ihtimal dahilindeydi...

Şimdi o dünyevi ihtimal yok. Hayatımın sonuna kadar saklayacağım yüzlerce güzel anımız; senin onca serseriliğine rağmen çocuk olan ve artık hiç yaşlanmayacak yüzün kaldı elimde, içimde... Ben de ölene kadar bir mıh gibi aklımda tutacağım* onları...

Boğaziçi Üniversitesi'nin en yakışıklısı Hakan Öneş... Okulun futbol takımının golcüsü... Vakit buldukça Bodrum'a kaçan serseri... Yüzünden gülücük eksik olmayan, o pırıl pırıl zekası nedeniyle gözlerinden ışık saçan, yardımsever, duygusal Hakan... Tatlı dilliyle, yakışıklılığıyla istediği her kızın kalbine giren; derdi sadece çapkınlık bile olsa hiçbir kadını kırmamayı beceren; ama defalarca kırılan naif zampara...

İlk aşkı Elif'i hiçbir zaman unutmayan; "her şey Elif'le başlar" diyip her kadında Elif'i arayan romantik... Öyle ya her şey Elif'le başlar... Elif, be, te, se...*

Hakan'la tanışmamız 1992 yılına denk gelir. Kanat (Atkaya)* Hürriyet'teki muhabirlik görevinden ayrılmış Interpress'e çağrılmıştı. Bir gençlik dergisi istemişlerdi Kanat'tan... O güne kadar yapılan dergilerden farklı; düşünen ama ahkam kesmeyen bir gençlik dergisi olacaktı. Komik olacaktı, zeki olacaktı, fırlama olacaktı, cesur olacaktı. Yeni bir şey söyleyecekti...

Kanat beni çağırdı. Laneth adlı fanziniyle ve samimiyetiyle müthiş bir iş başarmış Çağlan Tekil'i* çağırdı. Moda'dan kadim dostu sıkı gazeteci Demiray Oral'ı* çağırdı. Sonra Elif Key* geldi, Esra Okutan* geldi... Fotoğrafları Enis Tayman* çekiyordu. Sayfaları Ergün Gündüz çiziyordu. Derginin yazarları arasında Atilla Atalay, Hasan Kaçan, Özdemir İnce, Kerem Atabeyoğlu, Sevin Okyay, Kutlukhan Kutlu gibi isimler vardı. Yeto yazıyordu (Yetvard Danzigyan)*, Dünya Raporu adlı köşeyi Cem Aydın* kaleme alıyordu.

Dergimizin adı GO (Genç Olmak) oldu... Müzik, sinema, gece gezmeleri, dünya meseleleri, memleket meseleleri, aşk, siyaset, moda; içimizden ne geçiyorsa yazıyorduk. "Tarih kitapları çöpe!" dedik, "Gerçek tarihi istiyoruz!", "Yılmaz Güney filmlerine özgürlük!" dedik. Atatürk'ün Bursa Nutku'nu poster olarak yayınladık. Bir motokros yarışı izlenimi yazısında aşktan söz edebiliyorduk. Türkiye'nin gerçek anlamda ilk gece gezmeleri yazıları GO'da yayınlandı. İlk kez sokaktan insanlarla moda çekimini de GO Dergisi yaptı. Yeri geldi Tarkan'la Kenan Doğulu'yu aynı karede bir araya getirdi GO. Kenan'ın Tarkan'a eşek kulağı yaptığı pozu poster olarak veren dergi yine GO'ydu... Henüz Cartel ortada yokken Karakan'ı, Cinai Şebeke'yi Almanya'da keşfeden, röportaj yapan dergiydi... Türk filmi repliklerini derlemeyi ilk akıl eden dergi de GO'ydu, astrolojiyle ilk dalga geçen dergi de. 5 Nisan krizinde bağlı bulunduğu dergi grubu darbe alana kadar da efsane olarak devam etti. Çok sattı, çok sevildi.

Biz GO'yu çıkartmak üzere Interpress'e gittiğimizde Hakan oradaydı. Yayın Koordinatörü olarak aramıza katıldı. Hepimiz benzer bir ruh halini paylaşıyorduk sanki.  Yolumuz, hayata bakışımız aynıydı. Her gün sabahlara kadar çalışır hiç şikayet etmezdik. Şikayet ne demek, çok mutluyduk. Maaşlarımızı bile ortak kullanırdık. Birinin parası biterse diğerinin parası harcanırdı.

Hakan'ın herkesle arası iyiydi belki. Ama ben ve Hakan bir başka yakın hisseettik birbirimizi. Çok kısa sürede çok yakın dost olduk. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi, aramızda hiçbir sır kalmadı.
O zaman yazdığımız gece gezmesi yazıları çok ses getirmişti. Çağlan'la mekanları paylaşırdık. Çağlan rock mekanları yazardı, ben de o günlerde moda olmuş tabiriyle tiki mekanları. Mekan sahiplerine haber vermeden gider; içer, sapıtır, eğlenir, kavga eder; her ne yaşarsak yazardık. Bir keresinde ismi lazım değil ünlü bir mekanın kapısında body guard'lardan temiz bir sopa yemiştim; onu da yazmıştım. Bir meyhanede toplu bir kavgaya karışmış onu da yazmıştık. Çağlan headbang yaparken kafasını bira bardağına çarpıp kan revan içinde kalmıştı, hastanelik olmuştu onu da yazmıştı. Bir kızla tanışırdık sonra isim vermeden o gece tüm yaşadıklarımızı bile yazmaktan geri kalmazdık.
İnsanlar bu gerçeklik duygusunu, samimiyeti seviyordu sanıyorum. Konuşur gibi yazıyorduk. Internetin olmadığı o yıllarda kullandığımız dergi dili bugünkü internet üslubuna çok yakındı. Bunda hepimizin fanzincilik geleneğinden gelme ve/veya sokak çocuğu olmasının etkisi büyüktü...

İşte o tiki mekan gezmelerine Hakan da gelirdi benimle... Kimbilir kaç mekanda kaç anımız var... Hele sabaha karşı işten çıkıp rahmetli Ceylan Çaplı'nın 2019'una gidişlerimiz dün gibi aklımda... Bir keresinde mekanda Hakan ve ben bir takım, rahmetli Uzay Heparı ve bir arkadaşı öbür takım; tek pota basket maçı yapmıştık gece vakti. Fena yenmişti Uzay ve arkadaşı bizi. İkisi de zımba gibiydi. Biz Hakan'la sarhoştuk...
Kış gelince de bu kez Talimhane'ye 19'a 20'ye giderdik. Hakan sarhoş olunca dili dolaşır "Twenty'ye gidelim" diyemezdi. "Tiventidelim" diyince ben mesajı alırdım. Hakan Öneş hemen hemen bütün gece mekanlarında tanınırdı, büyük itibar görürdü. O yıllarda birlikte ne kadar eğlendiğimizi anlatmam mümkün değil.

GO Dergisi'nden sonra kopmadık Hakan'la... Akşam Gazetesi'nin kuruluş döneminde Hakan'a gazetenin pazar ekinin yayın yönetmenliği teklif edildi. O da hemen GO ekibinden çekirdek bir kadroyu toparladı. Gazete yayınlanmadan 4-5 ay boyunca Pazarca adlı bu ek üzerinde çalıştık. Bana soracak olursanız şahane bir pazar eki oldu. Gazetenin yayınlandığı ilk pazar günü ilk sayımız piyasaya çıktı. Arkasından da bize yol verdiler :) Mehmet Ali Ilıcak ve kurmayları fazla "entel" bulmuş pazar ekimizi, aynen böyle dediler :) Kime göre entel? Mehmet Ali Ilıcak ve kurmaylarına göre entel :) Olur böyle şeyler; güldük, geçtik. O güne kadar aldığımız maaşları birleştirdik ve işsiz kaldığımız dönemde hep birlikte yedik.

Hakan'la birlikte bir sonraki durağımız Boyut Yayın Grubu oldu. O dönemde Boyut, farklı bir şirket üzerinden süreli ve çeviri yayınlar çıkarıyordu. Bu "enteresan" dergileri hafiften gizli kapalı biz çeviriyorduk. Ben, Hakan ve Demiray... Aslında çevirmiyor, "resimlerine" bakarak yeniden yazıyorduk. Hayatımda en eğlenerek çalıştığım dönemlerden biridir.
Yeri gelmişken; Boyut Yayın Grubu'ndan söz etmek isterim. Boyut, Hakan'ın ben tanışmadan önce; yani Interpress'ten önce çalıştığı şirketti. Sonradan öğrendim ki hastalığı ortaya çıkana kadar da yine Boyut'ta editörlük yapmaktaymış Hakan. Yani Boyut'la başladı, Boyut'la veda etti. Boyut'un sahibi Bülent Özükan baba adamdır. Ne zaman zora düşse destek olmuştur Hakan'a...

Derken Sportif Yayıncılık dönemimiz başladı. Bu kez eski dostumuz görsel yönetmen Hatice'nin aracılığıyla Health and Shape Dergisi'nin yazıişleri ekibi olarak Şişli'deki yeni ofisimizde çalışmaya başladık Öneş'le... Yine çok eğleniyorduk. Aslında işin en komik yanı, bizim gibi iki sokak çocuğunun, serseri mayının Health and Shape gibi bir derginin içeriğini üretiyor olmasıydı. Ama ikimiz de işine çok saygılı, profesyonel dergicilerdik. Kendi aramızda şakalaşırdık: "her türlü dergi itinayla yapılır, yeter ki işimize karışmasınlar!"

Health and Shape iyi gidiyordu. Patronlar, reklam potansiyeli olan yeni bir dergi çıkarmaya karar verdiler: "Anne ve Çocuk"... Onu da çıkarttık. Hem de pek güzel çıkarttık. Anne ve Çocuk için editör olarak yine eski GO'cu Esra Okutan katıldı aramıza. Hatice gitti yerine Gülçin geldi görsel yönetmen olarak. Reklamlarımızı dönemin ünlü mankeni Neslihan Yavuzcan alıyordu. Neslihan da çok kafa kızdır... Ofisboyumuz şahane insan Yaver'di. Yaver şimdi İstanbul'un gözde mekanlarında baş barmen olarak çalışıyor. Patronlarımız dediğim de Deniz Berdan'la Kerem Zorlu'ydu. Hiç haklarını yiyemem, çok iyi patronlardı. İşimize karışmadılar hiç, saygılıydılar. Neticeye bakıyorlardı.

Derken Hakan'la bir sürtüşmeleri oldu patronların. Hakan böyle durumlarda pek alttan almazdı. Yollar ayrılma noktasına geldi. Hakan gitsin siz kalın dediler. Dediğim gibi seviyordum Deniz Hanım ve Kerem Bey'i. Ama ne yazık ki biz ekip ruhuyla hareket eden ve bununla gurur duyan adamlardık. Esra'yla birlikte, anca beraber kanca beraber dedik ve Sportif Yayıncılık'ı geride bıraktık.

Sportif, Hakan'la aynı çatı altında çalıştığımız son işyeri oldu. Sonraki dönemde de hiç kopmadık. Yine birlikte gezdik, tozduk, dertleştik, yazılar yazdık, çapkınlık yaptık, ağladık, güldük, birbirimize koltuk çıktık. Bilardo oynadık, rakı içtik, bira içtik, maç yaptık, maç izledik...
Bir ara; Hakan'ın Ulus'ta hep oturduğu, bizim için bir mabed olan o meşhur evi kiraya verdiler. Hakan da kısa bir dönem Küçük Bebek'te bir evde kirada oturdu. Hiç unutamadığım bir evdir. Evin ortasında kocaman bir bar vardı ve ev neredeyse birebir bir tekne gibi dekore edilmişti... Hey gidi...

Rahmetli babamı da çok severdi Hakan. Baba gibi severdi. Babam da onu... Erhan Abi der başka birşey demezdi. 98'de babam aramızdan ayrıldığında kendi babası ölmüş kadar üzülmüştür... Ve dilerim şimdi orada babamı bulmuştur...

2000'lerin başında evlendiğimde düğünüme geldi Hakan... Yakın bir silah arkadaşını kaybetmiş gibi mahsundu. Yine de benim için çok sevindi, mutlu olmamı diledi... Evli olduğum dönemde sık görüşemedik Hakan'la... Telefonla konuştuk, sohbetler ettik. Boşandıktan sonra da bir gün size yazının başında söz ettiğim ve beni çok kıran o olay gerçekleşti. Hem benim hem de Hakan'ın duygusal olarak kötü bir dönemimizdi... Ama ne yazık ki o olay bizim için büyük bir kopuşun başlangıcı oldu... Bugün artık aramızda olmayan ve hayatta olduğu dönemde de arkadaşlığını çok özlediğim Hakan'la sonsuzluğa uzanacak bir ayrılığın başlangıcı...

Hakan Öneş, delikanlı adamdı. Öyle olur olmaz satmazdı insanı. Elinde 5 lirası varsa 4 lirasını sana verir, o 1 lirayla idare eder, sana da çaktırmazdı. Büyük bir gönlü, kocaman bir kalbi vardı. Sevdikleri için en önemli işini, gerekirse sevgilisini yatakta bırakır yardıma koşardı. Hakan Öneş nesli tükenmiş adamlardandı.
Biz; birkaç kırılgan adam, kimsenin kötülüğünü istemeden, kimsenin üstüne basmadan bir süre omuz omuza savaştık bu hayatla. Kafamızı kızdırdılar mı ceketimizi alıp çıktık. Birimize bir numara yaptılar mı  hepimize yapılmış saydık. Nefis bir hayatımız vardı. Çünkü birbirimize inanıyorduk, güveniyorduk. Elimizde ne varsa paylaşıyor, şu iki paralık hayatla dalga geçiyorduk... Bir daha yaşamak için neler vermezdim o günleri...

O günleri bir daha yaşayamayacağız. Ben hayatımın geri kalanını Hakan'sız yaşayacağım. Ona, son bir kez sarılmamış olmamın, ben sana küsemem oğlum, gel kaldığımız yerden devam edelim diyememiş olmamın acısıyla yaşayacağım. Onunla konuşacağım rüyalarımda beni duyması için bağıracağım buradan oralara...
Ben artık Hakan'sız yaşayacağım. Bir yanım eksik...

KİM VE NE
* Kanat Atkaya/Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı/TRT Yorumcusu
*"...bir mıh gibi aklımda tutacağım..."/Attila İlhan (Ben Sana Mecburum)
* "Elif, Be,Te, Se..."/Hakan Öneş (Rapsodi in Blue Dergisi/Interpress/1993) Köşe Yazısı/disiplin başlık
* Çağlan Tekil/Blue Jean Dergisi Yayın Yönetmeni/Radyo Program Yapımcısı
* Demiray Oral/Taraf Gazetesi Köşe Yazarı
* Elif Key/Habertürk Gazetesi Köşe Yazarı
* Esra Okutan/ Serbest gazeteci/Kitap editörü
* Enis Tayman/Radikal Gazetesi Muhabiri-Yazarı
* Yeto (Yetvard Danzigyan)/CNBC-e Editör
* Cem Aydın/Doğuş Medya CEO