29 Ocak 2012 Pazar

Sanatçının Öyküsü

Bu yazı 46 Dergisi Art Edition'da yer alan Tak'ıntı adlı köşe yazımın tıpkısıdır.

Birazdan dönerler. Elimi çabuk tutmam lazım.
Onlar döndükten sonra işime konsantre olamıyorum. Hep bir ağızdan homurdanıyorlar, bağırıyorlar, çağırıyorlar, eğleniyorlar. O kadar gurur duyuyorlar ki yaptıkları işle…
Haksız da sayılmazlar. Eve ekmek getiren onlar, ne kadar övünseler azdır…
Sabahın köründe evden çıkıp aslanın ağzındaki ekmeği kovalıyorlar. Bir sürü tehlike atlatıyorlar. Her gün… Her gün böyle bu… Karnımızı doyurmak için her gün bunu yapmak zorundalar, yoksa hep birlikte ölürüz. Şarkılar söyleyecek, dans edecek; gökyüzünün resmini yapacak vakitleri yok.
Zaten gökyüzünden çok korkuyorlar. Ne zaman esip gürleyeceği; ne zaman neyimizi alıp yerine ne vereceği belli değil; korkuyorlar. Ekmekleri, canları elden gider diye korkuyorlar. Neden korktuklarını bilmiyorlar ama korkuyorlar işte. İçinden geliyor insanın, ölümden korkmak.
Ben korkmuyor muyum? Ben de korkuyorum gökyüzünden; ama onların korktuğu gibi değil. Ben gökyüzünü anlamak istiyorum. Öğrendiklerimi onlara anlatmak istiyorum. Ben onlardan farklıyım. Onlar da biliyorlar. Bilmiyorum, deli mi diyorlar; yoksa onlar da inandı mı benim başka işler yapmak için geldiğime bu dünyaya…
Onların korktuğu gökyüzüyle, ben konuşuyorum mesela. Gökyüzünde dev davullar çalarken, ışıklar her yanı aydınlatırken, sular boşanırken, o sular donunca, yer sarsılınca…
Hepsi bir yere kaçışıyor. Ben izliyorum hep. Anladıklarımı anlatmak istiyorum herkese.
Bu nedenle resim yapmaya başladım. Evet, resim yapıyorum. Ve onlar mesaiden dönmeden önce şu son resmimi tamamlamak istiyorum.
Koşan bir at resmi üzerine çalışıyorum bir süredir. Bitmek üzere.
Çizdiğim resimleri çok beğeniyor bizimkiler. Hatta geçen gün bir tanesi; “Sen, çizmeye devam et; çizdiğin resimler uğur getiriyor bize, evimizin bereketi o resimler” dedi. Nasıl mutlu oldum anlatamam.
Sonra bir başkası çıktı; “biz her gün sabahtan akşama kadar çalışıyoruz eve ekmek getirmek için, o niye bütün gün oturup resim yapıyor” diye isyan etti.
İçimden öyle geliyor, nasıl anlatayım; başka bir şey yapmayı beceremem ben. İnanın tembellikten değil.
Eğer şu resmi bitirirsem; bizimkiler gelmeden önce bahçede mangalı yakarım.
Et getireceklerdi, belki biraz meyve… Gökyüzü de sakin bugün; hep birlikte yeriz dışarıda.
Dışarıda yemek yerken bazen, bizimkilere “Müziği duymuyor musunuz, haydi dans edelim” diyorum. Tuhaf tuhaf bakıyorlar yüzüme… “Hangi müziği?” diyorlar şaşırarak. “İşte, çalıyor ya…” diyorum; “… Kuşların sesi, ağaçların sesi, rüzgarın sesi!”
Bir tek ben mi duyuyorum bu müziği? Onlara duyduğum seslerin ne kadar güzel olduğunu anlatmak isterdim, o sesleri aynen çalmak isterdim onlara, mümkün olsa; tekrar tekrar dinleseler anlarlardı belki, dans bile ederlerdi…
Gördüklerimi, hissettiklerimi onlara anlatmanın başka yolları olmalı. Mutlaka olmalı. Bir gün mutlaka yolunu bulacağım ve yaşadığımız bu dünyada gördüğüm tüm bu güzel şeyleri dilim döndüğünce anlatacağım onlara.
O zaman biliyorum, onların da içine o şelalelerden akacak.
Uzaktan sesleri duyuldu. Keyifleri yerinde, kahkahalar uçuşuyor havada. Elleri dolu…
Bir sürü hayvan getiriyorlar. Meyve de toplamışlar. Hoş geldiler sefa geldiler.
Belki bir 10 gün karnımız tok, sırtımız pek olacak; gökyüzü esip gürlediğinde, ortalık buz kestiğinde aç kalmayacağız.
Merhaba ben HOMO TRICAPUS! İlk insanlardanım. Sizlere yüz binlerce yıl öncesinden sesleniyorum…
Hepinize şimdiden söz veririm ki; diğerleri ava gittiğinde günlerce yalnız başıma oturup mağaramızın en ücra köşesine çizdiğim at, bizon, mamut, boğa resimlerinden çok daha güzellerini çizeceğim bir gün.
Doğayla baş başa otururken duyduğum sesleri çalacağım, o seslerden yeni seslere ulaşacağım, o yeni sesleri başkalarına birleştireceğim; hepinizin kalbine dolacağım.
Kafamdan geçen sözleri arka arkaya sıralayıp size şiirler söyleyeceğim, tiradlar atacağım…
Sizin söyleyemediklerinizi, sizin asla söyleyemeyeceğiniz gibi; yine size… Size söyleyeceğim.
Elim kalem tuttuğunda, ne gördümse anlatacağım… 
Yaşadığımız bu dünyanın, esip gürleyen gökyüzünün, rüzgarın, yağmurun, hayvanların, çiçeklerin öykülerini anlatacağım. Size hayatlar yazacağım.
Danslar edeceğim, filmler çekeceğim, aryalar söyleyeceğim.
Ama kaç milyon yıl geçerse geçsin, biliyorum ki hep o mağarada yalnız olacağım!