2 Mart 2011 Çarşamba

Cahile laf anlatılmaz

Biz Kutlu’yla çok eski arkadaşız… Kutlu Özmakinacı. Benden yaşça büyüktür. Tanıdığımda ben 19 yaşımdaydım, Kutlu da 25-26…
O zamanlar Interpress vardı. O bünyede, GO Dergisi’ni çıkartmak için gitmiştik. Şahane bir kadroyduk. Kanat vardı (Atkaya), Çağlan vardı (Tekil), Elif vardı (Key), Demiray vardı (Oral), Enis vardı (Tayman), Esra vardı (Okutan), Cem vardı (Aydın), Yeto vardı (Yetvard Danzigyan)… Çok zor bulunur bir kadroydu…
O dönemde Kutlu Özmakinacı zargana gibi bir adamdı. Uzun boyluydu, pek zayıftı.
Haftalık haber dergisi Panorama’da müzik yazıyordu. O dergiden, gerçekten arkadaş olduğum tek adam Kutlu oldu. Genç kafamla anladım ki, bu adamın kendine has bir dünyası var. Müzik adamı… Duygu adamı…
Aradan yıllar geçti. Kutlu, yine müziğe odaklanmış. Blue Jean Dergisi’nin yazı işleri müdürü…
Bir şekilde beni Blue Jean’in başına getirdiler. Ben eski terbiyeden geldiğim için önce bir tedirgin oldum. Kutlu, iyi müzik bilir, büyüğümdür; acaba ben başına geldiğim için rahatsız olur mu diye hayıflandım.
Bir insan bu kadar nezaketli olur mu… Az bulunur bir tavırdır, en azından çevrenize, kendi hayatınıza bakın... Herkeste bir hırs bir öne geçme sevdası. O Kutlu’da yoktur. Egosu vardır, kendini sever. Ama kimsenin önüne geçmek istemez. Çünkü kimseyi görmez gözü. Sanatçıdır…
Çok sevdiğim bir arkadaşım, yıllarla türlü imbikten geçmiş bir yakınlık.
Hep hayranlık duydum ben Kutlu’ya… Çünkü; canının istemediklerini yanına yaklaştırmaz. Sevdikleriyle de çok yüz göz olmaz. Çocuğuma tavsiye ederim yani, “bak doğrusu bu;  böyle davran” diye…
Ben onu beceremedim… Herkese çok yakın oldum, çok da darbe yedim.
Blue Jean’de 2 yönetici olarak 10 yıl birlikte çalıştık, bir gün kavga etmeden. Birbirimizi tamamladık. Çok kızdık birbirimize bazen ama tek bir kötü söz etmedik, bir şekilde çözdük.
Kutlu, kendi içindeki müzikle farklı bir bağ kurmuştu. Şarkılar yazıyordu. Bir yandan da yaşı geçiyordu. İşte demin hayranlık duyuyorum diye söylediğim husus bu…
Ben Kutlu’nun, “ulan yaşımız kemale erdi, artık bıraksak ya bu şarkı yazarlığı hevesini, bu yaştan sonra ne olacak” dediğini hiç görmedim. Bırakın bunu dillendirmeyi, yeni gelin heyecanıyla şarkılar yaptı; ev buluşmalarında bize dinletti; konuştuk, eğlendik, hüzünlendik o şarkılarla…
Açıkça itiraf edeyim. Ben o şarkıların insanlara ulaşacağına hiç ihtimal vermemiştim.
Kim bu saatten sonra prim verecek Kutlu’nun şarkılarına? Albümü çıksa işte birkaç kişi takdir eder, iyi ihtimalle yıllar sonra anlaşılır; belki kızı gurur duyar; ama o kadar…
Kutlu bu hayata inancımı tazeledi. O yaştan sonra kitlelerin söylediği şarkıların yazarı, kitlelerin sevdiği grubun beyni olmayı becerdi. Sadece kendine olan inancından… Sadece kendi bildiği yolda yürümeyi becerdiği için. Ne çok ders var…
Yok, ben Kutlu üzerinden hayat dersi vermeye çalışmıyorum.
Kutlu’nun tırnaklarıyla kurduğu grup Yüksek Sadakat bu yıl Eurovision’da temsil edecek ülkemizi…
Bugün Best FM bilmemnesinden bir telefon aldım. “Yüksek Sadakat”in Eurovision şarkısı çalıntıymış görüşünüzü alabilir miyiz” dedi telefondaki tip.
Çok acayip bir şey bu… Yollayın hangi şarkıymış bu dedim. Yolladılar. The Kinks’in “All Day and All of The Night” adlı şarkısı. Dinlemiştim yıllar önce.
“Live It Up” dünyanın en şahane şarkısı değildir belki. Ama müzikten hiç anlamayan birinin 70’lerde, 80’lerde hatta 90’larda 2000’lerde sıkça kullanılan bir glam rock gitar riff’inin benzerliğinden yola çıkarak “bu şarkı çalıntı” demesi benim kanıma dokunuyor.
İki sebeple… Birincisi; Türkiye’nin en köklü Türkçe pop radyolarından birinde bu iddiayı ortaya atacak kadar müzik cahili bir DJ çalışıyor olmasından.  Adı Rıza Esendemir mi neymiş…
İkincisi… Best FM… Bir radyo istasyonu… Bir basın bülteni yolladılar bugün: Eurovision şarkımızın çalıntı olduğunu ima eden bir başlık yazmışlar.
Cehaletlerine mi yanarsın, müzik bilmeyen çoluk çocuğun orada saf tutmuşluğuna mı kızarsın, Türkiye’de radyoculuğun ne hale geldiğine mi üzülürsün…
Olmuyor değil mi Best FM, ona buna çamur atmadan kimse sizi dinlemiyor artık.
Bu nasıl bir vazifedir yahu? Bir radyo istasyonu, basın bülteni yolluyor. Nasıl bir amaç bu? Ben olsam Yüksek Sadakat’in yerinde hemen dava açarım size. “Hırsız” diyorsunuz çünkü. Hangi müzik bilgisine, hangi cürete istinaden? Bu cesareti ancak cehaletten alabilir insan, hakaret kabul etmeyin lütfen…
Ne farkı var “tarihi eser çaldı müzeden yurtdışına kaçırdı” demekten?
Onlarca şarkıda tekrarlanan bir gitar riff’inden yola çıkıp çamur atan lolipopları (şeker çocuk manasında) çalıştıran radyoların ülkesi; müzik cahillerinin kral olduğu, kendi çıkarı doğrultusunda polemik yaratan, ünlü olmak isteyen DJ çocukların ülkesi değil burası. Sanmıyorum… Değildir. Olmasın… Yemeyin bunları. O günler geçti.
Yüksek Sadakat… Beğeneni vardır, gıcık olanı vardır. Ama Türkiyeli rock’la ilgili içgüdüsel bir şey söylemişlerdir.
Şimdi, müzik bilmeyene anlatmak çok zor. Duman arabesk mi yapıyor, Seksendört ne yapıyor, Ayna’nın farkı nedir; kim Avrupalıdır, kim Anadolu bilir, kim rakınroldur; Erkin Baba bunun neresinde durur falan…  Bir şarkı ne zaman alıntı olur, ne zaman çalıntı olur… 
Cahile laf anlatmak zor. Kötü niyetli olana daha da zor…
Hele böyle yeni yetme, ün peşinde koşan DJ çocuklara bu yaştan sonra ders verecek enerjim de yok, vaktim de… Yapmayacağım.
Ama şunu söyleyeyim. O sizin çalıntı dediğiniz şarkının yazarı benim arkadaşımdır. İyi müzisyen olmasının, iyi bestekâr olmasının da tıpkı iyi bir insan olması ile ilgili olduğu kadar bir ilgisi vardır, bu kadar iyi arkadaşım olmasıyla… O nedenle bir babayiğit de çıkıp, arkadaşını savunuyor derse alnını karışlarım.
Çok arzu ederim Türkiye’nin en önemli Türkçe müzik radyolarında müzik bilen, aklı başında insanlar çalışsın, onlar da arkadaşım olsun… Beraber zamanlar geçirelim; müzik konuşalım, adam olmaktan konuşalım…
Bu bir vicdansızlık meselesi değil… Bu bir ahlaksızlık meselesi de değil… Bu düpedüz cehalet meselesi…
Beni aramayın arkadaşlar, kibarlık yapamayacağım artık. Görüş falan da vermeyeceğim. Varsayın ki en büyük müzik cahili benim ve bu sizin dünyanız…