9 Kasım 2007 Cuma

FACEBOOK'U ANLAMAK


Internet ortamındaki popüler sitelere Silikon Vadisi’nin dev şirketlerinin astronomik teklifler yaptığını; son dönemde Microsoft ile Google arasında bu anlamdaki rekabetin iyiden iyiye kızıştığını biliyorsunuzdur. Bir süre önce Google’ın, Microsoft’u atlatarak video paylaşım sitesi Youtube’u 1,65 milyar dolara satın alması karşısında ağzımız açık kalmıştı. Aynı Google, gaz kesmeyip reklâm sitesi DoubleClick’i, 3 milyar dolara alıp; son günlerin en popüler sosyalleşme sitesi Facebook’a da teklif üzerine teklif vermeye başladı. Ancak çabaları sonuçsuz kaldı. Microsoft bu büyük lokmayı da Google’a kaptırdığı takdirde uzun vadede nal toplamakla yetineceğini gayet iyi bildiği için süratle devreye girdi. Dedikodular başlamıştı çoktan; bekliyorduk. Derken şöyle bir haber geldi: “Microsoft, 240 milyon dolar karşılığında Facebook’un %1.6’sını satın aldı”. İşe matematik tarafından baktığımızda bu rakamlar Facebook’un tamamına biçilen değerin 15 milyar dolar olduğunu gösteriyor. Şimdi, Google’ın YouTube gibi çok değerli bir siteye verdiği 1,65 milyar dolar nerede, 15 milyar dolar nerede… Ama, bu durumu, birkaç sebeple açıklamak mümkün. Öncelikle Facebook’un kurucusu, 23 yaşındaki Harvard’lı Mark Zuckerberg; Microsoft’un bu alımı yapmaya mecbur olduğunu biliyordu. Bu durum Zuckerberg’in elini güçlendirdi ve pazarlıklar uzadıkça uzadı. Pazarlıklar uzadı ama o ödün vermedi ve fiyat bu kadar yükseldi. Ancak öte yandan, Microsoft da dünkü çocuk değil. Bu yıl, 30 milyon dolar civarında bir kar bekleyen Facebook’a göz dikmesinin ve bu konudaki kararlılığının asıl sebebi de sadece söz konusu kar değil elbet. Gelin olaya bir de kullanıcı tarafından bakalım… Kendi adıma, çok yakın bir geçmişe kadar MySpace ve YouTube’un bana sağladıkları olanaklardan son derece memnundum. MySpace’de kendi profilimi oluşturmuştum. Sevdiğim dostlarımla bu site üzerinden iletişim kuruyor, konser ve organizasyonları buradan takip ediyordum. Neredeyse Povirüs’ün ilgi alanına giren tüm müzisyenlerin kişisel sayfaları toplu halde buradaydı. Amatör grupların kendi imkânlarıyla yaptıkları şarkıları dinliyor, onlarla temasa geçiyordum. Bir müzik videosu arıyorsam, YouTube elimin altındaydı. Canım sevdiğim bir sound seçerek, kişisel radyomu mu oluşturmak istedi; LastFm ve Pandora ne güne duruyordu… İşte tüm bu sebeplerle “Facebook” diye bir site var, kesin sen de gelmelisin” dediklerinde, burun kıvırdım. Olaylardan uzak kalmayalım diye içinde bulunduğumuz; Yonja, 80630, Sosyomat, 2yuz vs gibi sosyalleşme sitelerinin sonu üç aşağı beş yukarı aynı oluyordu. Ya teknik altyapı problemleri çıkıyor, ya niyeti bozanlar; siteleri en kibar anlatımıyla “sevgili arama, bulamıyorsa taciz etme” platformuna dönüştürüyor; bunların hiçbiri olmadı diyelim, eninde sonunda içimizi sıkıyordu bu siteler. Çünkü aralarındaki nüanslara rağmen hepsinin çıkış noktası aynıydı ve bir süre sonra insan doğası sebebiyle ilginiz azalıyor ve nihayetinde yok oluyordu. Bu nedenle Facebook’la ilgili gelişmelere önce şüpheyle baktım. Ancak sonrasında merakımı yenemeyerek üye olduğum sitenin bu güne kadar benzer amaçla yapılan tüm sitelerden farklı olduğunu da apaçık gördüm. Her şeyden önce birçok üye; gerçek ismiyle gerçek isimli arkadaşlarını arıyor ve “arkadaş listesi” başlığı altında bir iletişim ağı kuruyordu. Üyeler gerçek hayatta tanımadıkları kişileri arkadaş listelerine genellikle kabul etmediklerinden taciz minimal seviyedeydi. Zaten sitenin mekanizması birbirlerini tanımayan ya da kimliğini bir şekilde saklayan kişilerin siteden keyif almasına da olanak tanımıyordu. Facebook’ta eğlenmek, ya da ondan faydalanmak için “gerçek” olmaya zorluyorlardı sizi; ki salt bu bile, sosyalleşme sitelerinin mantığı açısından baktığınızda devrim niteliğinde bir değişiklikti. Facebook’un ikinci büyük farkınınsa “uygulama geliştirme” opsiyonunun tanınmış olması olduğunu söyleyebilirim. Bu uygulamalar (applications) belki de benzer amaçlı sitelerin bir süre sonra miadını dolduruyor olmaları çaresizliğinden yola çıkarak tasarlandı. Sürekli yenileri eklenen uygulamalar siteyi durağan bir yapı olmaktan çıkartıp; adeta yaşayan ve duruma göre değişen bir organizmaya dönüştürmüştü. Bu uygulamalar sayesinde ve ortak zevkleriniz çerçevesinde Facebook arkadaşlarınızla mesajlaşmanın ötesinde; çok renkli bir iletişim ağı kurmanıza olanak tanıyorlardı ki; zaten işin en keyifli kısmı da sanıyorum bu. Bir diğer enteresan nokta da bu uygulamaların büyük çoğunluğunun Facebook tarafından değil; Facebook kullanıcıları ve Facebook ağında var olmanın ticari avantajlarına inanan diğer sanal markalar tarafından üretiliyor olması. Sitede var olan yaklaşık 7000 uygulamanın önemli bir bölümünün müzik sektörü ve eğlence hayatıyla ilgili olduğunu tahmin etmek bilmem o kadar zor mudur? Uygulamaların büyük bir çoğunluğu Facebook tarafından hazırlanmıyor. Kim hazırlıyor, nasıl hazırlanıyor diye soracak olursanız; isterseniz sizin bile bir uygulamanız olur diyebilirim. Şu anda Facebook’ta aktif olan uygulama sayısı 8000’e yaklaşıyor (geçtiğimiz haftadan bu haftaya yaklaşık 1000 uygulama eklendi). Uygulamaları yaratıp Facebook üzerinden paylaşıma açan kişilere “developper” deniliyor. Bu developper’lık işi ilk bakışta bir yazılımcılık, dolayısıyla bir uzmanlık alanı gibi gözükse de aslında Facebook işi kolaylaştırmak için elinden geleni yapmış. Site üzerindeki ayrıntılı yönergeleri izleyerek bir uygulama yazmanız için temel yazılım bilgisine sahip olmanız yeterli aslında. Abartmayalım tabii, herkes bir gün yazılımcı olacak demiyorum. Ama diyorum ki bu iş gözünüzde büyüttüğünüz kadar da değil, cüzi rakamlara bu uygulamaları yazdırmak mümkün. Çünkü gerek elektronik iş yapan şirketler; gerekse konvansiyonel şirketler Facebook’ta var olma gereksinimi hissedecekler çok yakın bir gelecekte. Amerika ve kısmen Avrupa mevzuya uyanmış durumda; bizde de kıpırtılar başladı. Facebook’ta zekice kurgulanmış bir uygulama sahibi olmanın çeşitli avantajları var. Diyelim ki elektronik ticaretle uğraşıyorsunuz; hadi adını da koyalım, hepsiburda.com’un sahibisiniz diyelim. Online satışını yaptığınız ürünleri fiyatları ile birlikte bir “koy sepete” uygulamasına dönüştürebilirsiniz örneğin. Hepsiburada.com’da bulunan ürünler uygulamayı ekleyen kullanıcılar tarafından sepete eklenir, ya da diğer kullanıcıya hediye olarak gönderilir. Yaptığınız her işlem için puan toplarsınız. Sonra bu puanlar hepsiburada.com’da gerçek paraya dönüşebilir pekala. Ne yaptınız? Bedava reklam. Ne aldınız? Hedef kitleden paha biçilmez bir veritabanı, sıcak satışa dönüşen bir geri dönüş. Ne verdiniz? Belki uygulamanın bilinirliğini artırmak için iki üç banner reklam. Hepsi bu. İçerikleri itibarıyla cemaat oluşturmak isteyen, genç tüketiciyi hedefleyen hemen tüm şirketler artık Facebook’ta olmak zorunda. Gnctrkcll için de böyle, İddaa için de; radyolar, televizyonlar, gazeteler, dergiler, müzik şirketleri, eğlence sektörü, artık aklınıza ne gelirse. Hele elektronik iş yapıyorsanız; geç bile kaldınız. Facebook Türkiye’nin 800 bin civarında üyesi var. Ama bu sizi yanıltmasın; görünen rakam bundan daha büyük. Çünkü herkes Türkiye network (şebeke)’üne üye olmuyor. Network’süz Türkler olduğu gibi, başka network’lere üye olan Türkler de var. Sayılarını kestirmek mümkün değil ama, Facebook’ta aktif olan Türk sayısının 1 milyon civarında olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek gelir grubundan, iyi eğitimli genç bir kitleden söz ediyorum. Öte yandan benzer sitelerden farklı olarak Facebook Türkiye’de 30 yaş üstü üye sayısı da hızla artıyor. Türkiye’deki tüm firmaların reklam ve tanıtım bütçelerini planlarken Facebook’u dikkate almalarını öneririm. O bütçelerden pay almak isteyen mecralara da Facebook’ta bir an önce var olmalarını. Bu arada Facebook gerçeğini çabuk fark edip kendi uygulamalarını yazan Hürriyet, Milliyet Gazetelerini ve Fortis Türkiye Kupası Tahmin oyununu yazdıran Fortis’i tebrik etmek lazım. Çok aradım ama başka kurumsal büyük şirket göremedim ortamda. Büyük kurumsal şirketler Facebook’un hızını yakalayamazken genç girişimciler çoktan atı alıp Üsküdar’ı geçtiler. Sadece eğlence için yazıldığı sanılan kimi Türk uygulamalardan örnek vermek istiyorum. Birbirine komik şeyler göndermekten ibaret olan Türkçe uygulamalardan “Rakı Sofrası” 400 bin, “Osmanlı Pokesi” 200 bin, “Halayperest” 140 bin, “Nuri Alço” 115 bin kullanıcıya sahip yaklaşık olarak. Sanal milliyetçilik tartışmalarına sebep olan “Teröre Hayır” uygulaması 430 bin kişi tarafından eklenmiş örneğin. Futbol taraftarlığı üzerine kurulu “Tribün”ün 300 bin, “Hodri Meydan”ın ise 120 bin civarında kullanıcısı var. Bunlar en büyükleri; bir de irili ufaklı ama büyümekte olan uygulamalar var. Henüz bu işin çok yeni olduğunu ve müthiş bir hızla büyüdüğünü de hesaba katın lütfen. Büyük futbol kulüplerimizden, İddaa’dan, Turkcell Superlig’den bir ses yok henüz. Tam bu noktada bir tebrik de “Kocaelispor” ve “Fatsalıyım” uygulamalarını yazan arkadaşlara. Tarih sizden söz edecektir. Bırakın büyük şirketlerin yakın bir gelecekte bu uygulamaları, sahiplerine çuval dolusu para dökerek satın almak zorunda kalacakları gerçeğini, bu eğlencelik uygulamaların kullanıcı sayıları itibariyle arz ettikleri “veritabanı” değerleri de var. Örnek vermek gerekirse en popüler uygulamalardan olan “Top Friends” (kankalarım) uygulamasının piyasa değeri yaklaşık 3 milyon dolar bugün. Bizim şirketler Facebook gruplarına ve kendi arkadaş listelerine organizasyon daveti yapma aşamasındalar. Ama inanın dünyadan da pek geride değiliz. Dünyada Facebook kullanımı açısından ilk 20’ye girmek üzereyiz ve hızla yükseliyoruz. Bakalım sonu nereye varacak. Facebook, müzik sektörünün yeni platformu olarak gösterilen MySpace’in de tahtını sallıyor şu aralar. Yaptıkları yetmezmiş gibi, MySpace’in son kalesi olan müzisyen üyeliğe de el attılar. Artık amatör ya da profesyonel müzisyen olarak da Facebook profilinizi oluşturabiliyor, müziğinizi dünya ile paylaşabiliyorsunuz. Aslına bakarsanız artık ne MySpace’e, ne Youtube’e, ne Last FM’e, ne MSN’e, ne Yahoo’ya, ne Amazon’a ihtiyacınız var. Çünkü hepsine ait bir “uygulama” var Facebook’ta. Son olarak “privacy” (gizlilik) ayarlarına dikkat edin diyerek konuyu kapatıyorum. Eğer olayın heyecanıyla bu ayarları kendi özelinizi koruyacak şekilde düzenlemezsiniz, evinizin içinde bir kamerayla yaşamaktan farksız çünkü.