9 Ekim 2017 Pazartesi

YAPI KREDİ GENEL MÜDÜRLÜK'DE BLOG ATÖLYESİ

Uzun yıllar 'Müzik Blogları Fikir Takımı'yla buluşmalar gerçekleştirdik. Müzik blogçusu olan ve farklı meslek ve eğitim geçmişlerinden gelen bir grup dost, her buluşma için bir tema belirleyip sektörden önemli konuklar çağırdık. Onlara sorular yönelttik. Bizi destekleyen markalar sayesinde yaz aylarında Avrupa'nın çeşitli ülke ve kentlerine dağılıp sayısız festival izledik. Sonra izlenimlerimizi bloglarımızda yazdık.
Hepimiz bugün de müzikle ve yazıyla ilgili işler yapmaya devam etmekteyiz. Buluşmalar da 'tam kadro' olamasa da aralıklarla devam ediyor.
Geçen sürede sosyal medya hesaplarımızla ilgili geçirdiğimiz zamanlarda artış olmuş olsa da; blogcu kimliklerimizden vazgeçmedik. Facebook'un durum bildirimlerinde yazdıklarımız, Instagram fotoğraflarımızın altına uzun uzun döktürdüklerimiz hepsi birer blog yazısı niteliğindeydi aslen. Vlog'çu olanların sayısı da hızla artmaktaydı. Özellikle Periscope, Instagram, Facebook ve Younow üzerinden yapma imkanı bulduğumuz canlı yayınlar vaktimizi çok aldı. Kimilerimiz Youtube kanallarına program yapar oldu. Kimilerimiz kitap çıkardı. Kimilerimiz bloglarını işleriyle ilgili web alanlarıyla ilişkilendirdiler. Kimilerimiz mikro blogçu olarak Twitter'da kükremeyi tercih etti. Ama bazılarımız tam aksine bloglarını geliştirmek üzere daha çok çalıştı. Çok daha etkili blogları yönetiyorlar bugün. Ve hem ulaşmak istedikleri kitlelerin hem de konuyla ilgilenen markaların daha çok ilgisini çekmeyi başarıyorlar.
Özde hepimiz blogçuyduk. Ve biliyorduk ki eğer bloglar olmasaydı gerisi gelmeyecekti. Ne sosyal medya ne de diğer sanal ifade mecraları... Ve yine biliyorduk ki bloglar en temel haliyle geleceğin medyasının başlangıç noktasıydı. Gelecek? Zaten hızla gelmekteydi.
Şimdi ben Blog Fikir Takımı'nın lideri olarak yeniden içinde blog ateşi, blogçu olma heyecanı olan yeni dostlarla tanışmak üzere Yapı Kredi Plaza'ya gitmeye başlıyorum bugünden itibaren. 4 hafta sürecek bir 'Blog Atölyesi Programı'na liderlik etmek; hep birlikte yazmak ve paylaşmak üzere... Gelişmeleri buradan sizlerle de paylaşacağım...
Görüşmek üzere...

10 Aralık 2015 Perşembe

Distronaut: MÜZİK DÜNYASINDA BAĞIMSIZLIK DEVRİMİ!


Bağımsız müzisyenler, müzikle uğraşan meraklılar, şansını denemek isteyenler, yeni başlayanlar, amatörler ve yarı profesyoneller için yeni bir çağ başladı. Şarkıların artık yasal dijital müzik servislerinde ve mağazalarında aracılara gereksinim olmadan müziksevere ulaştırılması mümkün!


Distronaut, isteyen herkesin şarkılarını, albümlerini 182 ülkede 150’den fazla dijital müzik servisinde satışa ve dinlemeye açıyor.

Şarkıların dünyanın dört tarafındaki müzikseverler tarafından erişilebilir olması, keşfedilmek, üstelik bundan para kazanmak hayali; Distronaut ile gerçeğe dönüşüyor.

Uluslararası bir dijital dağıtım altyapısı olan Distronaut, kullanıcıların kendi müzik ürünlerini oluşturup tercih ettikleri müzik servislerine istedikleri tarihte göndermelerine, ardından şarkılarının indirilme (download)/dinlenme (streaming) hareketlerini görüntülemelerine ve gelirlerini tahsil etmelerine imkân sağlayan müthiş bir sistem.

iTunes, Spotify, Deezer, YouTube, TTNET Müzik, Turkcell Müzik, Amazon, Google Play, Apple Music…

Söz ve besteleri kendilerine ait veya tüm izinleri alınmış bir şekilde kaydedilmiş ve yayınlanmaya hazır şarkılarını elinde bulunduran herkesin basit birkaç adımla sesini tüm dünyaya duyurabileceği, ürünlerini müzikseverlere ulaştırabileceği, keşfedilme şansını yakalayabileceği bir devrimden bahsediyoruz.

Müziği üretenler ve prodüksiyonunu üstlenenler; eserle müziksever arasında kimi aracıların engel oluşturmasına mahkum değiller artık.
Distronaut’ta “beğendim”, “beğenmedim” diyerek onlar adına karar verecek kimse yok.

Yani kontrol tamamen müzisyende. Hangi ürün hangi platformda ne zaman satışa çıkacak, hangi fiyattan satılacak; her şeyi kendisi belirliyor.
 Üstelik sisteme giriş yaptığında şarkıların kaç defa indirildiğini ya da dinlendiğini günlük olarak görüntüleyebiliyor. Gelirler de üçer aylık dönemlerle hesabına yatıyor. Müziğinin yapım hakları kendisinde kalmaya devam ediyor.

Distronaut sistemi iki paket seçeneğiyle geliyor. Her bir müzik ürününün (bu tek şarkılık bir single (tekli) da olabilir, 15 şarkılık bir albüm de) Türkiye’deki tüm yerli ve yabancı dijital mağaza ve servise dağıtılması bir defalık 199,99 TL. Eğer bununla birlikte dünyadaki diğer servislere de (150+ nokta) dağıtılması istenirse yine bir defalık 249,99 TL. Bunun dışında hiçbir ek ücret, yıllık ödeme, vs. yok.

Eğer müzisyen daha fazlasını istiyorsa Distronaut onu müzikmentor’la tanıştırıyor. müzikmentor; kariyer yönetimi ve pazarlama başta olmak üzere müzisyen gereksinimlerini çok boyutlu olarak karşılayan çözüm ortağı oluyor.

Distronaut hakkında:
CTMEF B.V. (Hollanda) markası olan Distronaut, ekibinde teknoloji profesyonelleri, müzik şirketi yöneticileri ve profesyonel bir müzisyenden oluşan yapısıyla konunun tüm farklı bakış açılarını birlikte değerlendirebilecek bir yaklaşım geliştirdi. Dünya çapında dijital dağıtım konusundaki bilgi birikimi ve teknolojinin getirdiği sürat sayesinde kullanıcılarına bugüne kadar ulaşamadıkları pazarlara en güncel ve en popüler servisler aracılığıyla erişme imkanı veren Distronaut, özgürce üretilen müziğin dinleyicilere de özgürce ulaşmasını kendine görev edindi.

%100 Açık Sahne'de BİR GECEDE TAM 20 PERFORMANS!

18 Aralık Cuma Günü; müzik sektörünün önde gelen isimlerinden Gazeteci Tolga Akyıldız,  garajistanbul’da gerçekleştireceği “%100 Açık Sahne” etkinliğinde 8. kez ünlü isimleri ağırlıyor.

%100 Açık Sahne’de bu kez pop müziğin şahsına münhasır ismi Gökhan Türkmen; pop rock’ın hit fabrikası Gece Yolcuları; Ocak ayında yeni albümünü çıkartacak Redd, Türkçe rap’in yükselen yıldızı Sansar Salvo; Pentagram’ın efsane solistlerinden Murat İlkan ve Ogün Sanlısoy; Şebnem Ferah’ın sevilen gitaristi Metin Türkcan; Teoman’ın kemancı prensesi Melisa Uzunarslan; şarkıları yıllardır dillerden düşmeyen Pamela ve Kargo; reggae’nin ustası Sattas; şarkılarıyla da ses getiren ünlü içmimar Derin Sarıyer ve Oğuz Kaplangı; uzun bir aradan sonra %100 Açık Sahne’de buluşan Whisky gibi önemli isimler yer alıyor.
%100 Açık Sahne’de ayrıca; son dönemde “Dünyayı Kurtaran Şarkı” ile yakından tanıdığımız Çiğdem Erken’le birlikte şarkı söyleyecek iki ünlü oyuncu Özge Borak ve Sevinç Erbulak’ın performansları da merakla beklenenler arasında.
Gecenin heyecanla karşılanan bir diğer özel performansında komedyen ve Uykusuz Dergisi yazar/çizeri Alpay Erdem; stand up gösterisiyle %100 Açık Sahne’de bir ilke imza atmaya hazırlanıyor.
%100 Açık Sahne'yi yeni isimlere ve geceye katılımlarıyla onlara görünürlük sağlayan ünlü grup ve müzisyenlere açan Tolga Akyıldız konuklarına yine unutulmaz bir müzik gecesi yaşatacak.
Neyse; Nuri Harun Ateş; Aslı Demirer; Selin Sümbültepe ve Kuytu’nun %100 Açık Sahne’ye özel performanslarını izlemek ve yeni yıla birlikte merhaba demek için garajistanbul’da buluşalım.
#yüzdeyüzaçıksahne #müzikbirleştirir


15 Nisan 2015 Çarşamba

BLUR, HONG KONG'TAN BİLDİRİYOR

Bu yazım; Milliyet Sanat Dergisi Nisan 2015 sayısında yayımlanmıştır.

Oasis’in katkıları yok değil ama bana sorarsanız İngiliz popunun mucidi kesinlikle Blur’dur. “Hoppala; bu pop olma durumu da nerden çıktı, bu saydığın isimler basbayağı rock’çıdır” dediğinizi duyar gibiyim ve hemen kısa bir açıklama yapayım:
Rock müziğin anavatanı İngiltere olduğundan oralarda popçu- rockçı gibi ayrımlara gerek duymuyorlar bizdeki gibi. Pop olan rock; rock olan pop diğer bir deyişle.
Blur’un çıkışında yaptığı müzik Beatles sound’una çok benzemediğinden böyle bir ayrım yapılıyor da denilebilir belki…
İşte o sözünü ettiğimiz çıkış yılları 90’ların ilk yarısına tekabül ediyor. Damon Albarn, Graham Coxon, Alex James ve Dave Rowntree’den kurulu grubumuz Blur; 1991’de ilk stüdyo albümleri “Leisure”ı çıkartıyorlar. Bana ve otoritelere göre bu albüm Blur diskografisinin başyapıtı değil.
Ancak ondan sonra öyle 3 albüm geliyor ki… “Modern Life Is Rubbish”, “Parklife” ve “The Great Escape” o dönem İngiliz müziğinde devrim niteliği taşıyan işler olarak hafızalara kazınıyor. Piyasayı da kasıp kavuruyorlar zaten. O döneme damgasını vuran Blur-Oasis çekişmesi, zaman zaman listelerde geriye düşmeleri bile Blur’un başarısını gölgelemiyor bana göre.
1997 tarihli “Blur” albümleri; indie rock havalarında farklı bir telden çalıyor. Bunu 2 nedenle yapmış olabilirler diye düşünüyor insan… Arayış içinde olmanın ötesinde; ya kendilerinden çok sıkılıyorlar ya da İngiltere dışında da tanınmak niyetindeler… İkincisi doğru çıkıyor. Ve Amerika’nın da sevilen rock gruplarından biri oluyor Blur…
Sonrasında da arayışa devam… Elektronik, gospel, hiphop; girip çıkmadıkları müzik dehlizi kalmıyor. İtiraf etmek gerekirse çok iyi müzisyenler olduklarından çok iyi albümler yapıyorlar her seferinde.
“13” albümünden sonra yaptıkları “Think Thank” albümünün kayıtları sırasında grubun beyin adamlarından Graham Coxon ayrılınca işin tadı epeyce kaçıyor. 2003’te bir turne yapıyorlar ve grup dağılma kararı alıyor. Grup elemanları farklı projelere girişiyorlar. 2009’da bir araya gelip yaptıkları tek bir turne var ama hepsi o kadar.
Ancak hikaye burada bitmiş gibi görünse de kazın ayağı öyle değil…

12 YIL SONRA YENİDEN
Grubun 27 Nisan’da yayınlanacağı açıkladığı  “The Magic Whip” adlı yeni albümle ilgili bildiklerimize bakalım…
·         Blur’un 8. stüdyo albümü.
·         Son stüdyo albümlerinden beri 12 yıl geçtiğinden çok önemsenecek bir çalışma.
·         Gruptan daha önce ayrılan eleman Graham Coxon’un da gruba dönüş albümü.
·         Albümü son turneleri sırasında Hong Kong sokaklarında takılırken 2013’te Avon Stüdyolarında kaydetmeye başladılar orada.
·         Albümün Hong Kong’tan çok etkilendiğini bizzat söylüyor Damon Albarn. “Bu nedenle tamamen kentli bir albümdür” diye de ekliyor.
·         Albümün ilk videosu “Go Out”u Şubat ayında yüklediler Youtube’a.
·         Albüm kapağı Çince geleneksel yazı karakterlerinden oluşuyor.
·         Albümün prodüktörü Stephen Street.
·         27 Nisan’a kadar Amazon ve iTunes’dan albüm için ön sipariş vermemiz mümkün.
·         Geçen ay Londra’da küçük bir barda “secret show” yaparak bütün albümü çaldılar. Yani bütün şarkıları dinlemiş çok şanslı bir azınlık mevcut oralarda.

“THE MAGIC WHIP”IN ŞARKILARI
  1. "Lonesome Street"
  2. "New World Towers"
  3. "Go Out"
  4. "Ice Cream Man"
  5. "Thought I Was a Spaceman"
  6. "I Broadcast"
  7. "My Terracotta Heart"
  8. "There Are Too Many of Us"
  9. "Ghost Ship"
  10. "Pyongyang"
  11. "Ong Ong"
  12. "Mirrorball"

BLUR OASIS MUHAREBELERİ
Rock tarihinin unutulmaz kavgaları arasında üst sıralarda yer alan bu olay görünüşte rekabetten beslenen İngiliz popuna yaramış gibi görünse de (en azından endüstriyel anlamda) Oasis’e kazandırıp Blur’e kaybettirdi.
Bana göre müzikal anlamda Blur’den çok daha zayıf bir grup olan Oasis; İngiliz bulvar basınının da “gaz”ıyla bu kavgayı bilinçli olarak körükledi (Nitekim ilerleyen zamanlarda başka İngiliz gruplarıyla da kavga çıkarmış olması Oasis’in kariyer dinamosu hakkında yeterince fikir veriyor).
Blur tarafındaysa iki temel sıkıntıya neden oldu bu çekişme. Birincisi müzik dehası olan Damon Albarn gibi bir adamın müziği ikinci plana atıp Oasis elemanlarıyla ego dalaşına girmesine… İkincisi ise Blur’un bir diğer müzik dehası elemanı Graham Coxon’un, gruptan fena halde soğumasına…
Peki bu kavganın Blur kariyerine hiçbir faydası olmadı mı? Çok da “müzikal”liği kalmamış bu rekabetten sıkıldı Blur.
“Kavga”, onları liste başarısı açısından çoğunlukla Oasis’in gerisine düşürse bile kariyerlerinin zirvesindeydiler. Yani, Oasis “bela”sının da ötesinde bu başarı yetmiyordu zaten.  Aralarındaki bağ ve iletişim kopma noktasına gelmiş, grup Graham Coxon’ın deyimiyle “Bir adamın egosu yüzünden dünyayı dolaşmaya” başlamıştı (Rekabet hırsıyla yapılan turnelerden söz ediyor). O egonun sahibi adam, Damon’dı işte.
Coxon yeni bir şey peşindeydi. Başka türlü bir yenilikti aradığı. Müziğe dair, huzurlu…
Basçı Alex James olanlara ilgisizdi. Zaten grubun en “serseri” takılan elemanı her zaman Alex olmuştu.
Baterist Dave Rowntree kara kara bu işin sonunun nereye varacağını düşünmekle meşguldü. İlgisi fena dağılmış müzikten ziyade memleket meselelerine odaklanmıştı.
Hiç fark etmez…
Bu çekişme; Blur elemanlarını birbirlerinden uzaklaştırdı belki ama kopmalarına yetmedi. Solo işler yaparlarken ya da Blur olarak yaptıkları hep “müzik”e yaradı.


8 Ocak 2015 Perşembe

Dogmayı Öldürmek!

Charlie Hebdo, Akbaba'nin miadını doldurduğu dönemde Girgir'a, Firt'a, Çarşaf'a ilham vermiş bir dergiydi. 90'lı yılların başında siyasi duruşlarını belirginleştirdiler; fikirlerini üzerine kurdukları sosyalist zemin sapasağlamdı. Bu anlamda özellikle Limon ve Leman'a hatta Hıbır ve HBR Maymun'a da etki etmişlerdir. Dolayısıyla Penguen ve Uykusuz'a da...
Yani bize o kadar da Fransız kalmış bir duruş değildir Charlie Hebdo'nun duruşu...
Charlie Hebdo "dinsiz" bir dergidir. Ama dindarlarla dalga geçmez, dogmalarla dalga geçer. Derdi de Müslümanlık ya da Müslümanlarla değildir; tüm dinlere aynı mesafede hicivle yaklaşır.
Charlie Hebdo; sırf tehdit ediliyor diye yolundan dönmeyi, özür dilemeyi reddetmiştir. "Biz İsa'nın karikatürünü de yapıyoruz, Musa'nın da niye Muhammed'in yapamıyoruz" demişlerdir.
Mizah zeki ve derin insanların işidir. Türkiye ve dünyada kendini aydın gören insanlardan çok daha fazlasını büyük bir cesaretle yapan mizah dergileri olmuştur.
Bugün Türkiye'de "muhafazakar" olduğunu söyleyen kimi kesimler; Charlie Hebdo Dergisi'ne yapılan saldırı sonrası yorumlarını "Peygamberimize dil uzatanlar cezalandırıldı" tadında yapması; laflarına "Eylem yanlış, AMA...." diye başlamaları gösteriyor ki din, Allah adına "muhafaza" ettikleri şey ölüm, şiddet, "kesilen parmak"! Bu da hoşgörü dini olduğunu alimlerinin söylediği Müslümanlık'a göre apaçık şirk koşmak! Hem de ne kanlı bir "koşu"...
Mizah? Mesela; RTE'nin Davutoğlu'na o meşhur ceketi vermesi üzerine kurgulanmış fotoşopun altına devir teslim töreni yazmak sadece komik değildir. Bazen bu derinlikte bir lafı sayfalarca yazsanız söyleyemezsiniz.
Bu saldırıya hedef olma nedenleri olarak gösterilen karikatürde Işid liderinin "herkese sağlık" dilemesi de aynen öyledir.
İnsan sahip çıktığı, inandığı hiçbir değeri "öldüresiye" savunamaz. İşin şiddete ve ölüme vardığı yerde kendine güvensizlik ve aşağılık kompleksi vardır. Fasist zihniyet dogmasını da öldüresiye sever. Böylece dogmasının ölmesine de bizzat neden olur.
Charlie Hebdo'da çizenler yazanlar en çok "insan"a inanıyorlardı. Öldürüldüler.
Fikirleri ise insanlık var oldukça etkisini sürdürecek.
‪#‎jesuischarlie‬
#charliehebdo

charliehebdo.fr
 

28 Aralık 2014 Pazar

BANA GÖRE EN İYİ ALBÜMLER 2014


YABANCI
  • Aphex Twin-Syro
  • Pink Floyd-The Endless River
  • Morrissey- World Peace Is None Of Your Business
  • FKA Twigs-LP1
  • Mastodon- Once More ’Round The Sun
  • St Vincent-St Vincent
  • Damon Albarn-Everybody Robots
  • Leonard Cohen-Popular Problems
  • Beck-Morning Phase
  • Erlend Oye-Legao
TÜRKİYE
  • Peyk- Teslim Olma
  • Adamlar-Eski Dostum Tankla Gelmiş
  • Karışık-Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar
  • Athena-Altüst
  • Yok Öyle Kararlı Şeyler-YÖKŞ
  • Ceylan Ertem-Amansız Gücenik
  • Gaye Su Akyol-Develerle Yaşıyorum
  • Esin İris- Yine Mavi
  • Yüzyüzeyken Konuşuruz-Otoban Sıcağı
  • Babazula- 34 Oto Sanayi


1 Eylül 2014 Pazartesi

Müzik Blogları Fikir Takımı Meyhanede...



Bundan 3 yıl önce kurduğum ve parçası olmaktan gurur duyduğum bir takımım var; “Müzik Blogları Fikir Takımı”.
Ortak tutkuları müzik olan blogger’lar arasında; radyocu, reklam yazarı, gazeteci, İKSV çalışanı, DJ, plak dükkânı sahibi, organizatör, fotoğrafçı, müzik sektörü profesyoneli; birçok farklı meslekten dostlar var.
Belirli aralıklarla toplanıyor, hasbıhal ediyor, müzikten konuşuyoruz. Bu buluşmaların birçok değerli konuğu da oluyor.
Geçtiğimiz haftaki buluşmamızı “Çukurcuma’da Bahar”ın şahane bahçesinde gerçekleştirdik. Bu kez konuklarımız Portecho’dan Tan Tunçağ; Ceylan Ertem ve “Bu Gece” adlı şarkısıyla çıkış yakalayan Esin İris’ti. Konuklarımızdan neler mi öğrendik?

TÜRKİYE’NİN AMY WINEHOUSE’U KİM?
“Romantik elektronik” Portecho’dan Tan Tunçağ, sonunda kendi müzik şirketlerini kurduklarını anlattı. Santima Records; sadece dijital albüm ve plak çıkartacakmış.
Ceyl’an Ertem’i; belki Mabel Matiz’le söylediği “Kör Heves” parçasından tanıyorsunuz ama kendisi 2 solo albüm sahibi özel bir ses ve şarkı yazarı. Yurtdışı projeleri de var.
Mesela geçenlerde Nükhet Duru aramış kendisini; sadece Ceyl’an’ın yorumunu ne kadar özel bulduğunu söylemek için… Sonra Yıldız Tilbe demiş ki kendisine; “Sen Türkiye’nin Amy Winehouse’usun”. Ama Ceyl’an; o kişinin müzisyen tavrıyla bizzat Yıldız Tilbe olduğuna inanıyor. Ben de katılıyorum.
Esin İris’in ilk albümü önümüzdeki günlerde piyasada olacak. Müzik için reklamcılığı bırakan ve kendine has bir pop üslubu geliştiren Esin’in albümünü dinledim. Yeni isimler için düzenlediğim organizasyon, “Açık Sahne”de de yer almıştı geçen yıl. Adını önümüzdeki günlerde çok duyacaksınız.

Bu buluşma için; başta Ceyl'an Ertem, Esin İris ve Tan Tunçağ olmak üzere "Çukurcuma'da Bahar"ın güleryüzlü ve nazik personeline, Aylin Kement'e, bizi yalnız bırakmayan İpek Atcan ve Tunca Tutkun'a; bu yemeğe katılan takım arkadaşları Olcay Tanberken, Ahmet Erten, Ahmet Kamil Taşkın, Fatih Melek, Gamze Sakallılar, Çetin Cem Yılmaz, Okan Aydın ve Harun İzer'e; yemekte yanımızda olamasalar da Hayalsu Altınordu, Papatya Tıraşın, Zulal Kalkandelen, Artemis Günebakanlı ve Rahşan Koçoğlu'ya; içtiğimiz Tekirdağ rakılarına, yediğimiz şahane meze ve yemeklere; bizi o masada bir araya getiren asıl güç, müziğe teşekkürler efendim...